tarafından

92 yılında esir alınan askerler üzerine

Bana bir esir asker yakını ulaşıp bilgilendirme istedi,O arkadaşa cevaben yazım

Merhaba ogün inan aradan çok uzun yıllar geçti ve bazı isimler bana yukarıdayken verildi.Fakkat bu szin yakınınızmıydı yoksa başka birilerinin yakını mı bilemiyorum.O dönemler burada bu şekilde hak mücadelesi verebileceğimi fazla düşünmediğimden o isimlerti kaydetmedim.

fakat aklımın bundan sonra hep bir tarafında bu isimler klacak,şu an ben yine uludere etrafında yaşamaktayım.elimden geleni yapmaya çalışır ve ne olup bittiğine dair bilgi toplamaya çalışırım.şimdilik bundan fazlasını yapamıyorum.üzgünüm. Biliyorsun ki o yıllar jitem de bölgede çok yoğun faailiyet yürütüyordu.Umarım yakınınız hala yaşıyordur.
sevgi ile kalın

…………………………

92 YILNDA ALIKONULAN ASKERLER İLE İLGİLİ GAZETE HABERİ

Batman Sason’da kaçırılan Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Yaşar Gökçe’nin ağabeyi Yavuz Gökçe yaşadıklarını gözyaşları içinde anlattı: “Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’le görüştüm. Bana (Devlet askerinin peşini bırakmaz. Ama siz de gerekirse Apo’yla görüşün kardeşinizi kurtarın) dedi.”

HABERTÜRK TV’de Fatih Altaylı’nın hazırlayıp sunduğu Teke Tek bu hafta çok çarpıcı bir konuyu gündeme taşıdı. Teke Tek’in bu haftaki konukları 20 yıl önce […] PKK tarafından kaçırılan ve hala kendilerinden haber alınamayan askerlerin aileleriydi. Programa katılanlar, 15 Mayıs 1992’de Şırnak’ın Uludere ilçesinde kaçırılan İzmirli Jandarma Er Engin Ekşi’nin ağabeyi Fadıl Ekşi, 20 Temmuz 1992’de Hakkari Çukurcu’da kaçırılan Jandarma Er Doğan Yaman’ın babası Abuzer Yaman ve 24 Ağustos 1992’de Batman Sason’da yol çevirmesinde kaçırılan Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Yaşar Gökçe’nin ağabeyi Yavuz Gökçe’ydi. Programın bir diğer konuğu ise yıllar önce PKK tarafından kaçırılmış asker ailelerini bir araya getiren ve konuyu Meclis gündemine getiren İstanbul CHP Milletvekili Melda Onur’du.

CHP’Lİ ONUR: “KONUYU GÜNDEME TAŞIMAK İÇİN ARAŞTIRMA ÖNERGESİ VERDİK”
Kaçırılan askerler hakkında araştırma önergesini imzaya açtığını söyleyen Melda Onur, “Habertürk Gazetesi’nde Fadıl Ekşi ile yapılan bir röportajı okumuş ve konudan haberdar olmuştum. Daha sonra ailelerle ve Abdullah Öcalan davasına aileler adına müdahil olarak katılan avukat Çiler Nazife Koşar’la görüştüm. Çiler hanım, Öcalan’a kayıp askerleri sorduğunu söyledi. Öcalan’ın yanıtı ise (Ben yakalanmadan önce 10-15 asker esirdi ama isimlerini bilmiyorum) olmuş. Yani 1999 yılında esir alınan ve hayatta olan askerler hala var. Şu anda en az 8 aile yıllardır çocuklarından haber bekliyor. 2011 Haziran’ından itibaren ise PKK tarafından kaçırılan kişi sayısı 7. Bu insanlar şehit mi oldu, hala PKK’nın elinde esir mi? Bunlara cevap bulabilmek, konuyu gündeme taşımak için araştırma önergesini verdik” diye konuştu.

EKŞİ: “ÇALMADIĞIMIZ KAPI KALMADI”
Programa katılan Fadıl Ekşi, kardeşi Engin’in bundan tam 20 yıl önce kaçırıldığını söyledi. Ekşi, şunları söyledi: “Kardeşim Şırnak’ın Uludere İlçesi’nde 10 aylık askerken PKK’nın yaptığı karakol baskını sırasında kaçırıldı. Daha sonra Kızılhaç aracılığıyla kardeşimden mektup aldık. Sağ ve sağlıklı olduğunu yazıyordu. (Devleti haberdar edin) diyordu. 32. Gün programında gösterildi kardeşim daha sonra. Hayattaydı. 94-95 yıllarında PKK kamplarını gösteren yabancı kanallarda kardeşimi gösterdiler. Gündem gazetesinde fotoğrafı çıktı. İsrail bir askeri için dünyaları yakarken Türkiye askerleri için hiçbir şey yapmadı. Çalmadığımız kapı, başvurmadığımız yetkili kalmadı. Ama bize sahip çıkan acımıza kulak veren olmadı. Yine de 20 yıldır umudumuzu kaybetmedik.”

YAMAN: “OĞLUM MEKTUBUNDA (SAĞIZ, BİR ŞEYLER YAPIN) DİYORDU”
20 Temmuz 1992’de oğlu Doğan Yaman’ın Hakkari Çukurca’da vatani görevini yaparken PKK tarafından kaçırıldığını anlatan baba Abuzer Yaman da oğlundan Kızılhaç aracılığıyla mektup aldığını anlattı. Yaman, “Mektubunda (Baba sağız, bir şeyler yapın) diyordu. Askerlik Şubesi’nden Genelkurmay Başkanlığı’na, Meclis’ten Başbakanlık’a kadar her yere başvurdum. Bana (Devlet askerini kurtaracaktır) dediler. Ama hiçbir sonuç çıkmadı. Oğlumun ölüsünü görmediğim, mezarını görmediğim için umutluyum” dedi.

GÖKÇE: “EŞREF BİTLİS, (KARDEŞİNİ KURTARMAK İÇİN GEREKİRSE APO’YLA GÖRÜŞÜN) DEDİ”
20 yıldır kardeşi Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Yaşar Gökçe’den haber alamadıklarını söyleyen ağabey Yavuz Gökçe gözyaşları içinde şöyle konuştu: “24 Ağustos 1992’de kardeşim yol çevirmesinde kaçırıldı. Batman Sason’a tayini çıkalı 2 ay olmuştu. Kaçırıldığında 1 yıllık evliydi ve karısı 3 aylık hamileydi. PKK’lılar alıp kardeşimi götürmüş. Ben kardeşimden ne bir mektup aldım ne haber. Genelkurmay’a gittim, Başbakanlık’a yazdım. Başvurmadığım yer kalmadı. Dönemin Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’le görüştüm. Bana (Devlet askerinin peşini bırakmaz. Ama siz de gerekirse Apo’yla görüşün kardeşinizi kurtarın) dedi. Ama kurtaramadık. Koalisyon hükümeti döneminde Sayın Devlet Bahçeli’ye mektup yazdım. Bana gönderilen cevapta, bazı […] ifadesine göre kardeşimi kaçırıldıktan 3 gün sonra […btç] *öldürüldüğünü söyemişler. Ama kardeşim şehit kabul edilmiyor. Göremediği oğlu 20 yaşına geldi.”

* benim ek bilgilendirmem,(infz kelimesi vardı çıkardım) ırkçı söylemleri yazıdan cıkarıyorm

AHT

tarafından

1990 – 2012 PKK MİLİTANLARI TARAFINDAN ALIKONULANLAR RAPOR-İbrahim yaylalı

esirasker
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ
1990 – 2012 PKK MİLİTANLARI TARAFINDAN ALIKONULANLAR RAPOR
24 HAZİRAN 2012 (25 Şubat 2013 tarihinde güncellenmiştir

SAVAŞ ESİRLERİ TANIMI

Savaş tutsağı ya da savaş esiri, savaş sırasında karşı tarafça yakalanan ya da hapsedilen kişidir. Dar anlamda düzenli ordu mensupları için kullanılan savaş tutsağı terimi, daha geniş bir tanımla gerillaları, düşmana karşı açıkça silaha sarılan sivilleri ve bir askeri güçle bağlantılı silahsız kişileri de kapsar. Savaş tarihinin ilk dönemlerinde, yenilen taraf savaş alanında hemen öldürülürdü. Yenilen kabile ya da halkın kadınları, çocukları ve yaşlıları genellikle benzer biçimde ortadan kaldırılır, bazen de köleleştirilirdi.

Savaş kuralları değiştikçe, tutsaklara karşı davranışlar da değişti. Düşman askerlerini köleleştirme uygulaması Avrupa’da daha ortaçağda gerilemeye yüz tuttu. Ama tutsakları fidye karşılığında serbest bırakma yöntemi yaygın olarak 17. yüzyıla değin sürdü. Sivilleri tutsak alma gereksiz bir yük ve haksız bir uygulama olarak görülmeye başlandı. Paralı asker kullanımının yaygınlaşması da tutsaklar için daha hoşgörülü bir ortam yarattı. Çünkü her savaşın galibi bir sonraki savaşta yenilebileceğini biliyordu.
16. ve 17. yüzyıl başlarında bazı Avrupalı siyaset ve hukuk felsefecileri genel olarak savaş kuralları ve tutsaklık üzerine daha insancıl yaklaşımları öne sürdüler. Savaşla anlaşmazlığı çözmek için gerekenin ötesinde can ve mal kaybından kaçınma düşüncesi giderek daha çok yandaş buldu. Tutsakları fidyesiz olarak serbest bırakmayı öngören Vestfalya Antlaşması (1648), savaş tutsaklarının köleleştirme uygulamasını sona erdiren bir dönüm noktası oldu.
Batı dünyasında 19. yüzyıl ortalarında savaş tutsaklarına ilişkin belirli ilkeler benimsendi. Ama Amerikan İç Savaşı (1861-1865) ve Fransız-Alman Savaşı’nda (1870-1871) bu ilkelere pek uyulmadı.1899’da ve 1907’de Lahey’de toplanan uluslararası konferanslar, uluslararası hukukta kısmen tanınan bir dizi düzenleme getirdi. Savaş tutsaklarının sayısının milyona vardığı I. Dünya Savaşı’nda iki taraf da birçok kez birbirini kurallara uymamakla suçladı. Savaştan hemen sonra Cenevre’de yürütülen görüşmeler 1929’da savaş tutsaklarına ilişkin bir sözleşmenin hazırlanmasıyla noktalandı. Fransa, Almanya, Birleşik Krallık, ABD ve daha birçok ülkenin imzaladığı sözleşme, Japonya ve SSCB tarafından kabul edilmedi.
II. Dünya Savaşı’nda milyonlarca kişi tutsak düştü. Avrupa ve Kuzey Afrika’da tutsaklara davranışta genellikle Cenevre Sözleşmesi’ne uyulurken, özellikle Nazi kamplarında ve Uzakdoğu’da barbarlığa varan uygulamalar görüldü. II. Dünya Savaşı’ndan sonra yine Cenevre’de imzalanan 1949 tarihli sözleşmeyle, tutsakların savaş alanının dışına çıkarılması ve kimliklerini koruyacak biçimde insanca davranış görmesi ilkeleri bir kez daha vurgulandı. Savaş tutsağı terimi milis kuvvetleri, gönüllüler, düzensiz gruplar ve direniş hareketi üyeleri ile savaş muhabirleri, sivil malzeme müteahhitleri ve işçi birimleri gibi silahlı kuvvetlere eşlik eden kişileri de kapsayacak biçimde genişletildi. Cenevre Savaş Esirleri Sözleşmesi’ne göre bir ülkenin silahlı kuvvetlerine mensup kişileri ile bir ülkenin silahlı kuvvetlerine bağlılık duyarak silaha sarılmış kişilerin, ele geçirildiklerinde tabi oldukları uluslararası sözleşmeler ile garanti altına alınmış durumdur.
Uluslararasında ya da bir devlet ile ona karşı açıkça örgütlenmiş, silahlarını açıkta taşıyan, aynı üniforma ya da işaretleri taşıyan kişilerden oluşan milisler arasındaki uluslararası ya da iç savaşlara ya da silahlı çatışmalara uygulanır ve bu çatışmalara karışan kişiler ele geçirildiklerinde savaş esirleri sayılmak durumundadırlar.
1976 yılında bu sözleşmeye eklenen iki ek protokolden ikincisi iç savaşlara ilişkindir ama bunlar terörist gruplarla savaşan statüsü ya da savaş esiri statüsü verir şekilde yorumlanamaz. Bir devlet, kendisine veya vatandaşlarına yönelik terörist eylem gerçekleştirmiş kişileri, hangi devletin vatandaşı olursa olsun yargılayabilir ve cezalandırabilir. Ancak, kendi iç hukuku ne derse desin, bunu yaparken uyması gereken evrensel nitelikli normlar vardır ki bunlar arasında insani muamele ve adil yargılanma hakkı en başta gelenlerdendir.
Cenevre Sözleşmesi’yle savaş tutsaklarına sağlanan haklar, tutsak oldukları sürece uygulanır. Tutsaklar ülkelerine iade edilebilirler ya da koruma için tarafsız bir ülkeye gönderilebilirler. Savaşın sonunda, hakkında dava açılan ya da aldıkları cezayı çekmekte olanlar dışında, bütün tutsaklar bırakılır ve gecikmeksizin ülkelerine iade edilirler.

CENEVRE SÖZLEŞMELERİ

Cenevre sözleşmeleri ya da Cenevre Konvansiyonları, İsviçre’nin Cenevre şehrinde yapılmış dört antlaşmadır. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış önemli sözleşmelerdendir ve uluslararası olan veya olmayan çatışma durumlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler. 1859 yılında Solferino Savaşı’nda yaşanan vahşete şahit olarak etkilenen Jean Henry Dunant’ın çabaları sonucunda oluşmuştur. Silahlı çatışma hukuku veya harp hukuku olarak da bilinen uluslararası insancıl hukukun temel kaynağıdır.
Sözleşmeler ve konuları şu şekildedir:
Birinci Cenevre Sözleşmesi; harp halindeki silahlı kuvvetlerin hasta ve yaralılarının vaziyetlerinin ıslahına ilişkin sözleşme.
İkinci Cenevre Sözleşmesi; silahlı kuvvetlerin denizdeki hasta, yaralı ve kazazedelerinin vaziyetlerinin ıslahına ilişkin sözleşme.
Üçüncü Cenevre Sözleşmesi; harp esirlerine yapılacak muameleye ilişkin sözleşme.
Dördüncü Cenevre Sözleşmesi; harp zamanında sivillerin korunmasına ilişkin sözleşme.

Ayrıca 8 Haziran1977 tarihli, 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek; I sayılı Uluslararası Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokolü ve II Sayılı Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokollerini de bu sözleşmelerin bir parçası olarak görmek gerekir.
Cenevre sözleşmelerinin tarihçesi:
İnsanlar arasında yapılan harp, muharip olsun veya olmasın, onları bir takım felâketlere maraz bırakır. Muharipler hastalanırlar, yaralanırlar ve harp esiri olarak düşmanın eline geçerler. Harp esnasındaki işgaller dolayısıyla sivil halk, düşman devletin nüfuz ve idaresine tâbi olmak zorunda kalırlar, vatani unsurlarla muhalif hareketlere pasif bir şekilde seyirci kalmak durumuna düşerler. Maddi zararlara, manevî ıstıraplara uğrarlar.
Harp yapanların ve yapmayanların bu türlü durumlarda uğradıkları felâket ve ıstırapları hafifletmek ve onların insanlık şeref ve haysiyetlerini korumak maksadıyla, milletlerarası alanda tedbirler alınması ve harp hukukunun böylece daha insanî bir şekle sokulması öteden beri, milletlerce gerçekleşmesi istenilen bir gaye sayılmakta idi. İlk önce, İsviçre hükümetinin teşebbüsü ile 1864 senesinde Cenevre’de milletlerarası bir konferans düzenlenerek, harp meydanlarında yaralananlara ve onlara yapılacak sıhhî yardımlara ait bir sözleşme imzalandı. “Cenevre sözleşmesi” denilen bu anlaşmaya sonradan bütün dünya devletleri iştirak etti. Aynı tarihte Cenevre’de Milletlerarası Kızılhaç müessesesi de kuruldu.
Cenevre sözleşmesinin uygulaması sırasında görülmüş olan boşlukları doldurmak ve tecrübelerin gerekli gösterdiği değişiklikleri yapmak maksadıyla yine İsviçre Hükümetinin teşebbüsü üzerine 1906’da yeni bir diplomatik konferans toplandı. Bu konferans sonunda ve 6 Temmuz 1906’da imzalanan sözleşme, eski sözleşmenin yerine geçti.
1929’da Cenevre’de toplanan üçüncü bir diplomatik konferans, 1906 sözleşmesinde yeni şartların gerektirdiği değişiklikleri yaptı. İkinci Dünya Savaşı, bu sözleşmenin de değişikliğe muhtaç olduğunu meydana koymuş bulunduğundan, daha önce başlamış olan hazırlıkların tamamlanması üzerine, tekrar İsviçre Hükümetinin teşebbüsü ile Cenevre’de yeni bir diplomatik konferans toplandı. 21 Nisan 1949 da çalışmalarına başlayan konferans, 12 Ağustos 1949’da yukarıda işaret ettiğimiz dört sözleşmenin imzalanmasıyla ve tam bir başarı ile sona erdi.
9 Aralık 1949’da bütün dünya devletleri tarafından imzalanmış bulunan ve iki tasdik vesikasının düzenlenmesinden altı ay sonra yürürlüğe girecek olan Cenevre sözleşmeleri, bugünkü savaş hukukunun temellerini teşkil etmektedir.
TÜRKİYE’DE ÇATIŞMALI SÜREÇ ve PKK’NİN ALIKOYMA EYLEMLERİ:

Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşanan çatışmalı süreç 1984 yılında başladı. Kürdistan İşçi Partisi (Partîya Karkerên Kurdistan-PKK) adıyla 1978 yılında kurulan hareket, 12 Eylül askeri darbesinin etkisinin halen hissedildiği bir ortamda ülkenin doğusunda Ağustos 1984 tarihinde Eruh ve Şemdinli ilçelerine düzenlediği silahlı eylemle gerilla tarzı çatışmalı süreci başlatmış oldu.
Bu hareketin silahlı mücadeleye başlamasıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bölgedeki askeri etkinliği de artmaya başladı. Devlet tarafından terörist bir hareket olarak görülen PKK, bu yaklaşım nedeniyle hiçbir zaman uluslararası sözleşmeler ve kurallara tabi tutulmadı. İHD olarak daha önce hazırladığımız Kimyasal Silah Kullanımı Raporu ve Toplu Mezarlar Raporu’nda da görüleceği üzere, bölgede baş gösteren çatışmalı süreçte devlet hiçbir savaş hukukunu tanımadı. Tabi bu durum insan hakları örgütlerinin yakın takibine alındı. Bölgede yaşanan ölümlü olaylar ve hak ihlalleri, her fırsatta kamuoyunun gündemine getirilerek duyarlılık yaratılmaya çalışıldı.
Türkiye Devleti’nin aksine çatışmaların diğer tarafı olan PKK, her fırsatta uluslar arası anlaşmalar ve savaş hukukuna bağlı olduğunu deklere etti. Hatta uluslar arası çapta bazı sözleşmeleri de resmen imzaladı. PKK’nin taraf olduğunu ilan ettiği sözleşmelerden biri de Cenevre Sözleşmesi’dir. Her ne kadar resmen tanınan bir taraf olmasa da PKK, sürekli olarak Savaş Esirlerinin Korunması ilkelerini uyguladığını açıklamıştır.
Hazırladığımız bu rapor, bugüne kadar üzerinde durulmayan, ciddi bir araştırılmaya tabi tutulmayan bir konudur. 90’lı yıllardan günümüze sürekli olarak kamuoyu gündemine gelse de bugüne kadar üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Sürekli olarak kamuoyunda bilinen belli bazı alıkoyma olayları gündeme getirilirken, PKK’nin 22 yıl içerisinde kaç kişiyi alıkoyduğu ve bunların akıbeti konusunda net bir bilgimiz bulunmamaktadır. Yaptığımız bu araştırma raporuyla kamuoyuna bu konuda daha açık ve güvenilir bilgiler sunmayı hedefledik. Bu nedenle bizim açımızdan önemli bir rapordur. Ayrıca bu araştırmayla her ne kadar devlet tarafından taraf olarak tanınmasa da, PKK’nin savaş hukukunu işletip işletmediği konusunda fikir edinmeyi amaçladık. Ulaştığımız önemli bir sonuç da buydu. Gerek, güvenlik güçleri olsun, gerekse devletin diğer birimleri veya yabancı uyruklu turistler olsun, her alıkonulan kişinin bir süre sonra serbest bırakıldığını görmekteyiz. Bu da biz insan hakları savunucularını sevindiren bir husustur.
PKK’nin Alıkoyma Eylemleri:

Son günlerde özellikle 2011 ve 2012 yılları içerisinde PKK militanları tarafından alıkonulanlar, gündemdeki yerini korurken, PKK’nin elinde halen 5 asker, 1 polis, 1 kaymakam, 1 siyasetçi bulunuyor. 1998 yılından sonra alıkoyma eylemlerine uzun süre ara veren PKK, 2000’li yıllarda çok kapsamlı olmasa da bu tür eylemler gerçekleştirmiştir. Ancak PKK’nin alıkoyma eylemlerinin gündeme geldiği dönem ise son bir buçuk yıllık süreç oldu. Geçtiğimiz yıl aralarında asker, polis ve kaymakamın da olduğu devlet görevlilerinin yol kontrolleri sırasında alıkonmaları, kamuoyunda ciddi yankı yaratırken, içinde bulunduğumuz 2012 yılında da bu tarz eylemler devam etmiştir.

Ancak, gerçekleşen bu alıkoyma eylemleri kamuoyunda geniş yankı yaratırken, devlet yetkilileri, yapılan tüm çağrılara rağmen, alıkonulanların bırakılması konusundaki duyarsızlığını korudu. Nitekim, daha önce 2007 yılında Hakkari’de Dağlıca (Oremar) Taburu’na yönelik gerçekleştirilen eylemde alıkonulan 8 asker için dönemin Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in “keşke ölselerdi” şeklindeki beyanı, hem Genelkurmay’ın, hem de bir bütün olarak devlet yetkililerinin görüşünü yansıtır niteliktedir. Bu duyarsızlık, kamuoyunda tepkilere neden olurken, alıkonulanların aileleri de bu duyarsızlığa tepki göstermiştir.

RAPORUN DEĞERLENDİRMESİ VE ANALİZ:

Raporumuzda 1990 yılından günümüze gerçekleşen PKK’nin alıkoyma eylemleri ayrıntılı bir şekilde yer alıyor.

Rapora göre gerçekleşen alıkoyma eylemlerinde güvenlik güçlerine yönelik yapılanlar ön plana çıkıyor. Bu eylemlerin ilki 5 Ağustos 1991 tarihinde gerçekleşti. Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Samanlı Jandarma Karakolu’na baskın düzenleyen PKK’liler, eylem sonrası 7 askeri alıkoydu. Askerler alıkonulduktan 43 gün sonra Zagros Dağları’nda kendilerini görüntüleyen bir grup gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı.

Son olarak 9 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi yakınlarında Diyarbakır- Bingöl Karayolu’nun 65. kilometresinde gerçekleşen eylemde HPG’liler bir süre kimlik kontrolü yaptıktan sonra Lice 2. Mekanizma Tugay Komutanlığı’nda görev yapan Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve Bingöl’ün Genç ilçesinde çalışan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz’u alıkoydu.

Alıkonulanlardan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz 16 Eylül 2011 tarihinde serbest bırakılırken, iki asker halen PKK’nin elinde bulunuyor. Yine 12 Ağustos 2011 tarihinde Diyarbakır Muş Karayolu’nda alıkonulan Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu, 9 Eylül 2011 tarihinde Van’ın Çatak İlçesi’nde alıkonulan polis memuru Nadir Özgen, 1 Ekim 2011 tarihinde Şırnak merkezde alıkonulan Uzman Çavuş Kemal Ekinci, 6 Ağustos 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi yakınlarında alıkonulan 3 asker halen PKK’lilerin elinde.

Raporumuzda yer alan verilere göre, PKK’nin gerçekleştirdiği en önemli alıkoyma eylemlerinin arasında turistlere yönelik eylemler geliyor. İlki 1991 yılında gerçekleşen ve 15 Alman turistin alıkonulduğu eylem o dönem dünya kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı.

Özellikle Avrupa ülkelerinde büyük etki yaratan bu alıkoymalar, Kürt sorununun kısa sürede dünya ülkelerinde tartışılmaya başlamasına neden olmuştu. Bu arada PKK’nin serbest bıraktığı bazı turistlerin serbest bırakıldıktan sonra devlet tarafından haklarında dava açılarak, yargılanmaları da dikkat çeken bir olgu oldu. Her ne kadar turistik geziler amacıyla bölgede bulundukları belirtilse de alıkonulan çoğu turist ajanlıkla suçlandı.

Raporda, yine çoğu askeri inşaatlarda çalışan veya baraj, yol ve orman alanında çalışan işçilerin de yoğun bir şekilde alıkonulduğu görülüyor. Yine 2011 yılında 12 öğretmenin alıkonulmasıyla devlet memurlarına yönelik eylemler de dikkat çekerken, zaman zaman PKK’ye yönelik çeşitli tutumları nedeniyle sivil vatandaşların da alıkonulduğu göze çarpıyor.

Ancak bu alıkoyma eylemlerinde yine en önemlilerinden biri siyasetçilere yönelik yapılanlar olduğu görülüyor. Son olarak AKP’li il ve ilçe başkanlarını alıkoyan PKK’nin buna benzer eylemleri 90’lı yıllarda yoğun bir şekilde gerçekleştirdiği görülüyor.

PKK’NİN ALIKOYMA EYLEMLERİ İSTATİSTİKLERİ

ALIKONULANLAR

1990-2010

2011-2012

TOPLAM

Asker

54

10

64

Polis

2

1

3

Korucu

9

23

32

Memur

12

39

51

İşçi

26

68

94

Siyasetçi

10

5

15

Turist

37

1

38

Gazeteci

2

2

Sivil

11

25

36

TOPLAM

163

172

335

EYLEM SAYISI

48

62

110

PKK’NİN ALIKOYMA EYLEMLERİ AYRINTILI VERİLER

*01 Nisan 1990 tarihinde Şırnak’ta bulunan Türkiye Kömür İşletmesi’ne baskın düzenleyen PKK militanları, Reşit Çapar, Kılar Üstün, Naim Batman, İsmail Gülgen ve Hakim Çakan ile isimleri öğrenilemeyen iki işçiyi yanlarına alarak bölgeden uzaklaştı.

7 işçinin daha sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

*01 Ağustos 1991 tarihinde Bitlis’in Tatvan İlçesi sınırları içerisinde bulunan Nemrut Dağı Krater Gölü’ne gezi amaçlı geden 15 Alman turist PKK militanları olduğu ileri sürülen 2 kişi tarafından alıkonuldu. Turistlerin konakladığı kampa baskın yapan militanların turistlerden Alman uyruklu olan 15 kişiyi ayırarak yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı.

15 turistten 5’i kendi imkanları ile kurtulmayı başarırken, geri kalan 10 turist de alıkonulduktan 9 gün sonra militanlar tarafından serbest bırakıldı.

*05 Ağustos 1991 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Samanlı Jandarma Karakolu’na baskın düzenleyen PKK militanları eylem sonrası 7 askeri alıkoydu.

Askerler Mehmet Çiçek, İbrahim Doğan, Hüseyin Ören, Vahit Çiftçi, M. Ali Öz, İdris Şahin ve İbrahim Kubatoğlu, 18 Ekim 1991 tarihinde götürüldükleri Zagros Dağları’nda kendilerini görüntülemek isteyen bir grup gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı.

*Ağustos 1991 tarihinde Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine düzenlediği ilk sınır ötesi operasyonda meydana gelen bir çatışmada Adıyamanlı er Nurettin Demir PKK militanları tarafından esir alındı.

Nurettin Demir, 19 Ekim 1991 tarihinde daha önce Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Samanlı Karakolu’nda esir alınan 7 askerler birlikte serbest bırakıldı.

*31 Ağustos 1991 tarihinde Bingöl-Erzurum Karayolunun Karlıova İlçesi yakınlarında yol kesme eylemi yapan PKK militanları durdurdukları araçta bulunan 5 turisti alıkoydu. Karlıova İlçesi sınırlarındaki Şerafettin Dağları’na çıkarak güneşin doğuşunu izlemek isteyen turistler ABD’li Ronald Eldon W. Yatt, Marvin T. Wilson, Allen S. Roberts, İngiliz Fareth Jones Thomas ve Avusturyalı Richard M. Rivers’in yolunu Elmalı Köyü yakınlarında kesen militanlar, 5 turisti yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı.

Alıkonulan 5 turist 20 Eylül 1991 tarihinde serbest bırakıldı.

*16 Eylül 1991 tarihinde Bitlis’in Mutki İlçesi Çaygeçit mevkiinde Meydan Köyü’ne giden bir minibüsü durduran PKK militanı Astsubay Ömer Doğan ile köy korucuları Muzaffer Soyugüzel, Cevat Alkış ve Hüsamettin Demir’i alıkoydu.

*25 Ekim 1991 tarihinde Hakkari’nin Çınarlı ve Çayırlı köyleri arasındaki jandarma karakoluna baskın düzenleyen PKK militanları eylem sonrası jandarma erler Şenol Oral, Şeref Önder ve Eyüp Kabataş’ı alıkoydu.

Alıkonulan 3 asker, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*27 Ekim 1991 tarihinde Siirt’in Pervari İlçesi Okçular Köyü karakoluna baskın düzenleyen PKK militanları, eylem sonrası jandarma er Kemal Özgenç’i yanlarına alarak olay yerinden uzaklaştı.

Kemal Özgenç, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*20 Kasım 1991 tarihinde Şırnak’ın Balveren Beldesi Milli Jandarma Karakolu Komutanı olan Astsubay Yener Soylu, bir kahvehanede oturduğu sırada PKK militanı olduğu belirtilen 3 kişi tarafından alıkonuldu.

Yener Soylu, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*25 Aralık 1991 Şırnak’ın Cudi Dağı eteklerinde bulunan Dereler Jandarma Bölük Komutanlığı’na yönelik bir eylem düzenleyen PKK Militanları, eylem sonrası henüz birliğe yeni atanan Asteğmen Kadir Yüksel’i de yanlarına alarak olay bölgesinden uzaklaştı.

Asteğmen Yüksel, 20 Nisan 1992 tarihinde aralarında gazeteciler ve Kızılhaç Irak Temsilcilerinden Shilip Hochstrasse’nin de bulunduğu Kızılhaç ekibine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*1992 yılında Van-Tatvan Karayolu’nun Sapur mevkiinde yol kesen bir grup PKK militanı, 50 aracı durdurup kimlik kontrolü yaptı. Yolcular arasında bulunan bir astsubay, 2 er ve 1 imam militanlar tarafından alıkonuldu.

Askerler daha sonra ailelerine teslim edildi.

*02 Aralık 1992 İzin için gittikleri İstanbul’dan bir otobüs firmasıyla Siirt’te dönen Siirt Orduevi’nde görevli erler Üzeyir Mahmut Orhan ve Şeref Karaman Diyarbakır Silvan arasında yol kesme eylemi yapan PKK militanları tarafından alıkonuldu. Aynı eylemde Bitlis’ten Antalya’daki birliğine gitmekte olan Cemal Alagöz aldı asker de militanlar tarafından alıkonuldu.

Alıkonulan 3 asker aylar sonra Diyarbakır kırsalındaki PKK kampına giden iki gazeteciye teslim edilerek serbest bırakıldı.

*Mayıs 1993 tarihinde Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’ne bağlı Damlarca Köyü yakınlarında 16 işçi PKK militanları tarafından alıkonuldu.

İsmet Tekbaş, Yasin Enci, Kazım Yakınbaş, Abidin Aslan, Mustafa Demir, Mehmet Aslan, Fevzi Elma, Hapri Taşkın, Sertip Enel, Ali Aktaş, Adnan Barin, Murat Yakınbaş, Hüsnü Hüsnüoğlu, Kenan Kuzucu, Nurullah Erten ve Resul Özer adlı işçiler 31 Mayıs 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*Temmuz 1993 tarihinde Bitlis’in Tatvan İlçesi yakınlarında İngiliz turistler Tania Miller ve David Rowbottom yol kontrolü yapan PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Turistler daha sonra serbest bırakıldı.

*24 Temmuz 1993 tarihinde Tatvan-Van Karayolu Korkulu mevkiinde yol kontrolü yapan PKK militanları durdurdukları araçların birinde bulunan Fransız turistler Michael Coudraz, Pierre Fix, Robert Abodin ve Fernand Haron ile isimleri öğrenilemeyen bir asker ve bir polisi yanlarına alarak uzaklaştı.

4 Fransız turist, 9 Ağustos 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*15 Ağustos 1993 tarihinde Kars Ağrı illeri arasında Alman turistler Albrecht Christoph Lehman ve Henry Butler ile Yeni Zelandalı turist Paul Thomson PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Turistler daha sonra serbest bırakıldı.

*18 Ağustos 1993 tarihinde Batman’ın Kozluk ilçesi yakınlarında gece saat 23.00 sıralarında yol kesen PKK militanları, Van’dan Mersin’e giden bir yolcu otobüsünü durdurdu. Kimlik kontrolü yapan PKK’liler, minibüste bulanan ikisi uzman çavuş 13 askeri alıkoydu. Askerler daha sonra ailelerine teslim edildi.

*Eylül 1993 tarihinde DYP Tunceli İl Başkanı Veli Yeşil PKK militanları tarafından alıkonuldu.

PKK’liler tarafından uzun süre kampta tutulan ve sorgulanan Yeşil, Ekim 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*09 Ekim 1993 tarihinde Erzincan-Erzurum Karayolu’nda yol kontrolü yapan PKK militanları, ABD’li Colin Patrick Starger ile Yeni Zelanda vatandaşı Douglas Ellis adlı turistleri alıkoydu.

İki turist 17 Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 1993 tarihinde SHP Diyarbakır İl Başkanı Hayati Kahraman, PKK militanları tarafından evine yapılan baskın sonucu alıkonuldu.

Kahraman, 17 gün boyunca alıkonulduktan sonra 4 Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 1993 tarihinde Erzurum’un Tekman İlçesi Belediye Başkanı İhsan Gök, PKK militanları tarafından evine yapılan baskın sonucu alıkonuldu.

Gök, 15 Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 1993 tarihinde Iğdır’ın Aralık İlçesi’ne bağlı Hasanhan Köyü yakınlarında yol kesen PKK militanları, Nahçıvan Sınır Kapısı’nda görevli gümrük muhafaza memurları Muzaffer Yalçın, Bahattin Dubaş, Fethi Taşkan, Hikmet Solak, A. Rıza Bozan, Özcan Rüzgar, Ahmet Özden, Aralık PTT Memuru Rabil Turan, Aralık Mal Müdürlüğü memuru İsmet Tekin ve kuyumcu Abbas Çöllü ile isimleri öğrenilemeyen iki vatandaşı alıkoydu.

Alıkonulan vatandaşlar daha sonra serbest bırakıldı.

*28 Ekim 1993 tarihinde Erzurum’un Hınıs İlçesi SHP’li Belediye Başkanı Cafer Eren PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Eren, Kasım 1993 tarihinde serbest bırakıldı.

*02 Kasım 1993 tarihinde Erzurum’un Karayazı İlçesi DYP’li Belediye Başkanı Celal Şaka, evine gelen PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Celal Şaka, kaçırıldıktan birkaç gün sonra serbest bırakıldı.

*03 Kasım 1993 tarihinde Erzurum’un Karaçoban İlçesi ANAP’lı Belediye Başkanı Tacettin Aslan ile Hınıs İlçesi’ne bağlı Halilçavuş Beldesi’nin DYP’li Belediye Başkanı Kemal Peker PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Alıkonulan 2 Belediye başkanı daha sonra serbest bırakıldı.

*Şubat 1994 Siirt’in Gökçebağ Beldesi DYP’li Belediye Başkanı Bedrettin Çiçek, PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Çiçek, 28 Mart 1994 tarihinde serbest bırakıldı.

*Eylül 1994 tarihinde Şırnak’ın Uludere İlçesi Kel Mehmet Dağı’nda meydana gelen çatışmada sol gözünden yaralanan Asteğmen Mustafa Özülker, çatışma sonrası PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Asteğmen Özülker, uzun süre PKK kamplarında kaldıktan sonra tedavisinin yapılması için örgüt tarafından Hollanda’ya gönderildi.

*Aralık 1994 tarihinde Hakkâri’nin Şemdinli ilçesindeki Ortaklar Karakolu’na yaralanan İbrahim Yaylalı adlı asker, askeri birlikle irtibatı kaybetti. Uludere’ye bağlı bir köye gitmekte olan yaralı askeri bir mağarada PKK militanlarına esir düştü.

Yaylalı, iki yıl sonra 8 Aralık 1996 tarihinde Refah Partisi (RP) milletvekili ve sivil toplum örgütlerinden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakıldı. Yaylalı, Türkiye’ye döndükten sonra “Örgüt propagandası yapmak” suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine konuldu.

*31 Mart 1995 tarihinde Ajans France Presse (AFP) Muhabiri Kadri Gürsel ile Reuters’in foto muhabiri Fatih Sarıbaş, Mardin’in Nusaybin İlçesi yakınlarında PKK militanları tarafından alıkonuldu. Gürsel ve Sarıbaş, 26 Nisan 1995 tarihinde serbest bırakıldı.

*Mart 1995 tarihinde DYP Hakkari Milletvekili Mustafa Zeydan’ın damadı Hamza Kesici seyahat için gittiği İran’ın Urmiye kentinde PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Kesici, Nisan 1995 tarihinde serbest bırakıldı.

*14 Haziran 1995 Hakkâri’nin Semdinli İlçesi’ne bağlı Ortaklar Jandarma Karakolu’na baskın düzenleyen PKK militanları, çatışma sonrası 5 askeri esir aldı. Erlerin isimler şunlar; İsmail Başaran, Tuncay Kavaklıoğlu, Ramazan Çelik, Mehmet Sıkılgan, Hakan Pusat.

Askerden İsmail Başaran ve Mehmet Sıkılgan Ağustos 1996 tarihinde serbest bırakılırken, Ramazan Çelik, Tuncay Kavaklıoğlu, Hakan Pusat ise 8 Aralık 1996 tarihinde Zeli Kampı’na giden RP Milletvekili Fethullah Erbaş ile aralarında İHD ve MAZLUMDER’in de bulunduğu sivil örgütlerden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakıldı.

*04 Temmuz 1995 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi Aşağı Kayalar meydana gelen bir çatışmada Jandarma Çavuş Tevfik Öztürk, PKK militanları tarafından esir alındı.

Tevfik Öztürk 8 Aralık 1996 tarihinde Refah Partisi (RP) milletvekili ve sivil toplum örgütlerinden oluşan bir heyete teslim edilerek serbest bırakıldı.

*Sedat Ağca adlı asker (1995 yılında PKK tarafından alıkonulduğuna ve 8 Aralık 1996 tarihinde RP Milletvekili Fethullah Erbaş ve insan hakları kuruluşlarından oluşan heyete teslim edildiğine yönelik birçok kaynakta bilgi var ancak, olay tarihi ve yerine ilişkin yeterli bilgiye ulaşılamadı)

*Kasım 1995 Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde öğretmenlik yapan Edebiyat Öğretmeni Köksal Gümüş ile Beden Eğitimi öğretmenleri Kadri Tursun ve Hakan Güler, PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Öğretmenler daha sonra serbest bırakıldı.

*23 Eylül 1996 tarihinde Bingöl’de yol kontrolü yapan PKK militanları, durdurdukları bir otobüste, Polonya asıllı ABD vatandaşı Christopher Mrozowski, Polonyalı Magdalena Glowacka ile bir İranlı turisti alıkoydu.

Alıkonulan 3 turist 27 Eylül 1996 tarihinde serbest bırakıldı. Ancak serbest bırakılan turistler bu kez güvenlik güçleri tarafından gözaltına alınarak tutuklandı. Turistler hakkında “örgüte yardım ve yataklık etmek” suçlamasıyla dava açıldı.

*1996 tarihinde Van’ın Özalp İlçesi kırsalında meydana gelen bir çatışmada Tokatlı er Alaattin Sürer, PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Er Sürer, bir süre sonra serbest bırakıldı.

*05 Ağustos 1998 tarihinde Van-Bahçesaray karayolunu kesen PKK militanları, ANAP’lı Bahçesaray Belediye Başkanı Naci Orhan’ı yanlarına alarak alıkoydu.

Belediye Başkanı Orhan, 10 Ağustos 1998 tarihinde serbest bırakıldı.

*Ekim 1999 tarihinde Hakkari’nin Çukurca İlçesi Uzundere bölgesinde 6 korucu PKK militanları tarafından alıkonuldu.

6 korucu 11 Aralık 1999 tarihinde serbest bırakıldı.

*18 Temmuz 2005 tarihinde Erzincan karayolunu akşam saatlerinde kesen HGP militanı araçları durdurarak kimlik kontrolü yaptı. Kontrol sırasında izne giden sivil kıyafetli jandarma komando er Coşkun Kırandi’yi alıkoydu. Kırandi, 4 Ağustos 2005 tarihinde Dersim’in Kutu Deresi bölgesindeki Güleç Köyü kırsalında kendisini almaya giden sivil heyete teslim edildi. Kırandi’yi teslim alan İHD Bölge Temsilcisi Mihdi Perinçek, dönemin İHD Diyarbakır Şube Başkanı Selahattin Demirtas, Dersim Belediyesi İl Encümeni Özgür Söylemez, sanatçı Ferhat Tunç, gazeteci Umur Hozatlı ile erin teslim edilişini izleyen Doğan Haber Ajansı (DHA) ve Reuters Haber Ajansı muhabiri Ferit Demir, Anadolu Ajansı (AA) muhabiri Haydar Toprakçi, Dicle Haber Ajansı (DİHA) muhabiri Rüştü Demirkaya hakkında “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

*9 Ekim 2005 tarihinde Şırnak’ın İdil İlçesi’nde yol kesen bir grup HPG militanı, polis Hakan Açıl’ı alıkoydu. Açıl, 110 gün sonra 27 Ocak 2006’da Federal Kürdistan Bölgesi Zaxo kenti yakınlarında İHD ve MAZLUMDER heyeti ile birlikte gelen babası Muammer Açıl’a teslim edildi.

*27 Temmuz 2005 tarihinde Bingöl Yayladere İlçesi AK Parti’li Belediye Başkanı Haşim Akyürek Çalıkağıl Köyü’nde kimliği belirsiz kişilerce kaçırıldı. Akyürek’in makam aracına bindirilerek uzaklaştırıldıktan sonra aracın terk edildiği öğrenildi. Akyürek’i kaçıranların HPG militanları olduğu öğrenildi.
Akyürek, 01 Ağustos 2005 tarihinde serbest bırakıldı.
*13 Aralık 2005 tarihinde Batman’ın Beşiri ile Kozluk ilçeleri arasında Eski ANAP Milletvekili Burhan İsen’in yeğenleri olan Yunus İsen ve Maşuk İsen, HPG’li oldukları ileri sürülen kişiler tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan 2 kişi 15 Aralık günü serbest bırakıldı.
*21 Haziran 2006 tarihinde Elazığ’ın Arıcak İlçesi Bükardi Beldesi yakınlarında Ayyıldızlar Şirketi’nde operatör olarak çalışan Yaşar İmam Hüseyin Polat ile 2 şirket çalışanı silahlı bir grup tarafından alıkonuldu. 3 kişinin HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi.
Polat ve beraberindeki iki kişi 25 Haziran 2006 tarihinde serbest bırakıldı.
*21 Mayıs 2007 tarihinde Bingöl’ün Yayladere İlçesi’ne bağlı Korlu Köyü’nde Sıraç Erdin (47) ile Vedat Kınanç’ın (29) orman kesimi yaparken bir grup HPG’li tarafından alıkonuldu.
Alıkonulan iki kişi 28 Mayıs 2007 tarihinde Yayladere İlçesi Güneşli Köyü kırsalında serbest bırakıldı.
*22 Ekim 2007 tarihinde HPG’liler, Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ne bağlı Dağlıca (Oremar) Taburu’na düzenledikleri baskının ardından 8 askeri alıkoydu. PKK, 8 askeri, Federal Kürdistan Bölge Hükümeti İçişleri Bakanı Hacı Mahmut Osman, Uluslararası Tolerans Başkanı Kerim Sincari ile kapatılan DTP’nin milletvekilleri Osman Özçelik, Aysel Tuğluk ve Fatma Kurtulan’dan oluşan heyetle imzalanan protokolle 4 Kasım’da teslim etti. 8 asker serbest bırakıldıktan sonra Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca sorgulandı. 8 asker, “Suçun vasıf ve mahiyeti askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delilerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek” şeklinde iddialar ile 12 Kasım’da tutuklandı.

*08 Temmuz 2008 tarihinde Ağrı Dağı’nda 3 Alman dağcı, HPG militanları tarafından alıkonuldu. Ağrı Dağı’nda alıkonulan Helmut Johann, Martin Georpe ile Lars Holper Reime adındaki 3 Alman dağcı 20 Temmuz 2008 tarihinde serbest bırakıldılar.

*19 Eylül 2008 tarihinde Tunceli’nin Nazimiye İlçesi kırsalında karakollara yemek servisi yapan Abdulmutalip Açıkgöz ile arkadaşı Burhan Arslan’ın HPG’liler tarafından alıkonulduğu öğerenildi.

Alıkonulan iki vatandaş 2 Ekim 2008 tarihinde serbest bırakıldılar

* 12 Ekim 2008 tarihinde Tunceli’nun Pülümür İlçesi Kırklar köyünden ilçe merkezine dönen 18 yaşındaki Merdan Ovalıoğlu ile bir maden şirketinin sahibi Erkan Meriçli adıl vatandaşlar HPG militanları olduğu belirtilen kişiler tarafından alıkonuldu.

-Alıkonulanlardan Erkan Meriçli daha sonra serbest bırakıldı.

-Merdan Ovalıoğlu ise alıkonulmasından 7 ay sonra serbest bırakıldı.

*14 Temmuz 2011 tarihinde Dersim-Ovacık karayolunda bir karakol inşaatında çalıştıkları ileri sürülen Mustafa Arıkan ve Murat Keskin adlı işçiler, HPG militanları tarafından alıkonuldu. Alıkonulan 2 işçi 19 Temmuz günü serbest bırakıldı.

*09 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesinin Ziyaret köyünde HPG’liler yol kesti. Diyarbakır-Bingöl Karayolu’nun 65. kilometresinde gerçekleşen eylemde HPG’lilerin bir süre kimlik kontrolü yaptığı belirtildi. Lice 2. Mekanizma Tugay Komutanlığı’nda görev yapan Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve Bingöl’ün Genç ilçesinde çalışan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz, militanlar tarafından alıkonuldu.

Alıkonulanlardan Sağlık Memuru Aytekin Turhan Uz 16 Eylül 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*07 Ağustos 2011 tarihinde Bingöl’ün tanınmış işadamlarından Abdullah Tuz, Adaklı İlçesi’ne bağlı Ferez Köyü’nde silahlı bir grup tarafından kaçırıldı. Alınan bilgilere göre, Karacehennem ormanları bölgesinde villa tipi ev yaptıran işadamı Abdullah Tuz, lüks otomobiliyle villa inşaatına giderken silahlı bir grup tarafından kaçırıldı.

Abdullah Tuz, 9 Ağustos 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*9 Ağustos 2011 tarihinde Bingöl’ün Karlıova İlçesi’ne 25 kilometre uzaklıkta bulunan Derinçay Köyü yakınlarındaki Derinçay Deresi üzerinde kurulan özel bir şirkete ait HES şantiyesinin gece saat 23.00 sıralarında bir grup HPG’li tarafından basıldığı ileri sürüldü. Şantiyede iş makineleri ateşe verildikten sonra iş makinesi operatörleri Mehmet Akif Uslu, Mehmet Uslu ile şantiye bekçisi Emrah Avlı’nın alıkonulduğu öğrenildi.

Alıkonulan işçiler 27 Ağustos 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*12 Ağustos 2011 tarihinde Diyarbakır Muş Karayolu’nda Muş ve Diyarbakır yönlerinden gelen otomobilleri durduran HPG’lilerin yolcuları indirerek kimlik kontrolü yaptı. Yaklaşık 40-50 aracın birikmesi üzerine propaganda yaptıkları kaydedilen HPG’lilerin, Muş Valiliği’nde Kaymakam adayı olan Kenan Erenoğlu ve Mardin’de 7 aylık asker olan ve Muş’un Bulanık İlçesi Gümüşpınar Köyü’ne ailesini ziyarete gitmek için Diyarbakır’dan otobüse binen Aykut Çelik’i alıkoydu.

Alıkonulanlardan Er Aykut Çelik 19 Eylül 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Ağustos 2011 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Ortaklar (Bêsusin) Köyü’nün Sılo yaylasında konumlanan askeri birliğe malzeme taşıyan bir araç ateşe verildi. Askeri birliğe ulaşmadan ateşe verilen transit tipi aracın sahibi Erhan İnan’ın da militanlar tarafından alıkonuldu.

Erhan İnan daha sonra serbest bırakıldı.

*22 Ağustos 2011 tarihinde Bitlis’in Tatvan İlçesi’nde, baz istasyonlarının bulunduğu tepede bakım çalışması yürüten 5 kişi HPG’liler tarafından alıkonuldu.

-Alıkonulan 5 işçiden Mehmet Barak ve Adnan Başak adındaki 2 kişi 25 Ağustos günü serbest bırakıldı.

-Alıkonulan işçilerden geri kalan İhsan Danışman, Niyazi Turgut ve Cezayir Karaca adındaki GSM şirketleri çalışanı işçiler de 10 Eylül günü serbest bırakıldı.

*07 Eylül 2011 tarihinde Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’nde aralarında Mamxura Aşireti’ne mensup korucuların da bulunduğu 4 kişi, katıldıkları düğün dönüşü Mezra Beldesi’nde HPG’lilerce alıkonuldu. Söz konusu kişilerin AKP’li Mezra Belde Belediye Başkanı Hüsnü Timur’un akrabaları olduğu belirtildi.

Alıkonulan korucular Mahmut Yalçın, Mehmet Ali Kahraman, Saffet Timur ve Nesim Timur 2 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*09 Eylül 2011 tarihinde Siirt’in Şirvan İlçesi yolu üzerindeki Tawan mevkiinde bulunan özel bir şirkete ait baraj şantiyesine baskın düzenleyen HPG’liler 8 işçiyi alıkoyarak yanlarında götürdü. Eylemin ardından 4 işçi serbest bırakılırken, Hacı Kozludereli (Maraş-Pazarcıklı), Ali Çatak (Maraş-Pazarcıklı), Doğan Dönekli (Maraş-Pazarcıklı) ve Doğan Kaz (Maraş-Ekinözülü) isimli işçiler de 2 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*09 Eylül 2011 tarihinde Van’ın Çatak İlçesi’ne bağlı Bahçelievler Mahallesi’nde Nadir Özgen adlı polis, HPG militanları tarafından alıkonuldu.

*18 Eylül 2011 tarihinde Bingöl’ün Adaklı İlçesi Kaynakdüzü Köyü Karakoç Mezrası’nda minibüsüyle giden Turan Fıratoğlu’nu durduran PKK’liler, ‘Hastamız var, onu götürmemiz lazım’ diyerek araca bindi. Fıratoğlu’nu minibüsü ile birlikte Aşağı Yamurlu Köyü’ne götüren militanlar, bu köyde Aşağı Yağmulu Köyü Muhtarı Abdurrahim Öztürk ile adı öğrenilmeyen bir köylüyü de minibüse bindirip köy dışına çıktı. Militanlar minibüsü köy dışında terk ettikten sonra 3 kişiyi yanlarına alarak ormanlık alana gitti.

-Militanlar, Aşağı Yağmurlu Köyü yakınlarında muhtar Abdurrahim Öztürk ile adı alınamayan köylüyü serbest bıraktı.

-Minibüs sürücüsü Turan Fıratoğlu’nun da daha sonra serbest bırakıldı.

*23 Eylül 2011 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Berav köyünden 1 öğretmen, Zengê köyünden 4 öğretmen, Hazro ilçesine bağlı Xelxol köyünden 4 öğretmen ve 27 Eylül günü Elazığ’ın Arıcak ilçesine bağlı Narviş köyünde 3 öğretmen HPG militanları tarafından alıkonuldu.

-Alıkonulan 12 öğretmenden Talip Maçin, Ahmet Ürün, Tekin Çakır ve Remzi Savaş 3 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

-Öğretmenlerden Elazığ’ın Arıcak İlçesi Yoğunbilek Köyü İlköğretim Okulu’nda görevli Gökhan Yıldız, Abdullah Karan, İhsan Sarıkaya ve İsmail Yücel de 5 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

-Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Birlik (Çemê Elik) Köyü’nden alıkonulan 3 öğretmen de 5 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

-Lice İlçesi’ne bağlı Baharlı Köyü’nden alıkonulan er öğretmen Mehmet Gözbaşı da 11 Ekim tarihinde serbest bırakıldı.

*27 Eylül 2011 tarihinde Dersim’in Pülümür İlçesi bağlantılı Erzincan karayolunda geçici köy korucusu İsmail Gürbüz’ün HPG’liler tarafından alıkonulduğu öğrenildi. Gürbüz, 15 Ekim 2011 tarihinde serbest bırakıldı.

*01 Ekim 2011 Şırnak merkezde Kemal Ekinci adlı Uzman Çavuş HPG militanları olduğu ileri sürülen kişiler tarafından kaçırıldı. HPG Basın İrtibat Merkezi (HPG-BİM), Şırnak’ta kaçırılan uzman çavuş Kemal Ekinci olayını üstlenerek, askerin militanlar tarafından tutuklandığını bildirdi.

*09 Ekim 2011 tarihinde Siirt Şırnak karayolunda bulunan bir kum şantiyesini basan silahlı bir grup, araçları yaktıktan sonra 1 işçiyi de yanlarına alarak bölgeden ayrıldı. İşçinin daha sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

*14 Mayıs 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’nde AKP İlçe Başkanı Veysel Çelik HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Veysel Çelik 30 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*18 Mayıs 2012 tarihinde Bitlis Merkeze bağlı Çeltikli Köyü yakınlarında Hemkok mevkiinde yol kontrolü yapan HPG’liler, araçları durdurdu. HPG’liler tarafından yapılan kimlik kontrolünün ardından 3’ü Çeltikli Köyü’nden olmak üzere 5 korucu ile Çeltikli Köyü Muhtarı Arafat Melek alıkonuldu.

Alıkonulan 6 kişi 30 Mayıs tarihinde serbest bırakıldı.

*19 Mayıs 2012 tarihinde Siirt’in Eruh İlçesi’ne bağlı Kemerli (Qewix) Köyü’nde A.A adlı köylü HPG’liler tarafından alıkonuldu. Alıkonulan A.A. adlı kişi 21 Mayıs tarihinde serbest bırakıldı.

*23 Mayıs 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi’ne bağlı Bayırlı ve Saydam köylerinde ikamet eden 10 kişi HPG’liler tarafından alıkonuldu. Alıkonulan köylüler 27 Mayıs günü serbest bırakıldı.

*28 Mayıs 2012 tarihinde Ağrı Dağı’nın Korhan Yaylası’nda, aralarında Özel İdare Müdürlüğü’nde görevli bir mühendis ile bir avukatın da bulunduğu 10 kişinin HPG’liler tarafından alıkonulduğu bildirildi. Iğdır İl Özel İdaresi’nde görevli personeli durduran HPG’lilerin 3 otomobili ateşe verdikten sonra mühendis Mehmet Tan, avukat Serkan Gültekin, müteahhit Fikri Güner, marangoz Zafer Alagöz ve 6 kişiyi daha alıkoyarak bölgeden ayrıldığı bildirildi. Grup içerisinde bulunan Nahçıvanlı 2 işçinin de pasaportlarına el konulduktan sonra bıraktığı belirtildi.

-Alıkonulanlardan 7’si 5 Haziran tarihinde serbest bırakıldı. Geri kalan 3 kişi de 13 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*31 Mayıs 2012 tarihinde Dersim merkeze bağlı Alacık Köyü tepesinde, yapılacak olan askeri üssün yol yapımında çalışan iş makinelerinin operatörleri ve çalışanları olan 4 işçinin akşam kente döndükleri sırada, HPG’lilerce yolları kesildi. İş makinelerini Samanlı mezrası yakınlarında ateşe veren HPG militanları, operatör ve işçileri alıkoydu.

*02 Haziran 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde İngiliz turist James Masami Miyazaki-Ross HPG militanları tarafından alıkonuldu.

İngiliz turist 4 Haziran 2012 tarihinde Bingöl’ün Genç İlçesi kırsalında serbest bırakıldı.

*06 Haziran 2012 Diyarbakır’ın Lice İlçesi yakınlarında araçları durduran HPG’liler kimlik kontrolü yaptı. Diyarbakır- Bingöl karayolunun 70’inci kilometresinde Fis Ovası mevkiinde saat 21.30 sıralarında gerçekleşen olayda, HPG’liler önce propaganda yaptı. Daha sonra Erzurum Narman’da asker olduğu öğrenilen Gaziantep Araban nüfusuna kayıtlı jandarma er Ali Sabancı’yı yanlarına alan HPG’liler olay yerinden uzaklaştı.

Er Ali Sabancı, 29 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*07 Haziran 2012 tarihinde Dersim’in Ovacık İlçesi’ne bağlı Yeşilyazı Köyü’nde korucu oldukları ileri sürülen Feramuz Şen ve Ali Rıza Düşkün adlı kişiler HPG militanları tarafından alıkonuldu. Alıkonulan 2 kişinin bölgede gece silahlarıyla dolaştıkları ve gayri resmi bir şekilde koruculuk yaptığı iddia edildi. Şen ve Düşkün’ün geçtiğimiz yıl da aynı gerekçelerle HPG’liler tarafından alıkonuldukları ve daha sonra serbest bırakıldıkları öğrenildi.

Şen ve Düşkün 12 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Haziran 2012 tarihinde Iğdır’ın Aralık İlçesi’nde HPG’li oldukları belirtilen bir grubun, karakol inşaatında çalışan iş makinesini yaktığı ve operatörü alıkoyduğu öğrenildi. Aralık İlçesi yakınındaki Küçük Ağrı Dağı eteklerinde Serdarbulak Yaylası mevkiinde askeri karakolun onarım çalışmasını yapan işçilerin önünü kesen ve HPG’li olduğu belirtilen bir grup, iş makinesini ateşe verdikten sonra iş makinesi operatörü Abdülgarip Ekin’i alıkoydu.

*Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’ne bağlı Oremar (Dağlıca) bölgesinde Yeşiltaş alanındaki çatışma sonrası HPG’lilerin 2 yurttaşı yanlarında götürdüğü ileri sürüldü. Köylüler 20 Haziran günü serbest bırakıldı.

*21 Haziran 2012 tarihinde Bitlis kent merkezine 20 kilometre mesafedeki Buzlupınar mevkiinde gece saat 21.00 sıralarında çıkan çatışmadan sonra yol kontrolü yapan HPG’liler, Diyarbakır istikametine gitmekte olan bir yarım otobüsü ve içinde 3 kişinin bulunduğu bir otomobili durdurarak kimlik kontrolü yaptı. Kimlik kontrolü ardından 2 öğretmen ile Vahdettin Kaya adlı asker HPG’liler tarafından alıkonuldu.

-Alıkonulan öğretmenler Mehmet Örk ve Ömer Sürücü 25 Haziran 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

-Alıkonulan asker Vahdettin Kaya da, 13 gün sonra serbest bırakıldı.

*01 Temmuz 2012 tarihinde Van’ın Çatak İlçesi’ne Bağlı Büyükağaç Köyü’nde akşam saatlerinde kuruculuk yapan Zümeyra Can merada koyunların sağmaya giderken HPG militanları tarafından alıkonuldu. Korucu olan İsmail Can’ın da eşinin peşinden gittiği ve HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi.

Zümeyra ve İsmail Can adlı korucular 9 Temmuz 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*02 Temmuz 2012 tarihinde AKP Gürpınar İlçe Başkanı Hayrullah Tanış, Van kent merkezinde akşam saat 19.20 sıralarında HPG militanları tarafından alıkonuldu. Tanış’ın Gürpınar’a dönmek üzere otomobiline bindiği sırada alıkonulduğu öğrenildi.

Tanış, 22 Ağustos 2012 tarihinde Federal Kürdistan Bölgesi’nde PKK’nin kontrolündeki alana giden İHD ve MAZLUM-DER heyetine teslim edildi.

*03 Temmuz 2012 tarihinde Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’ne bağlı Mutluca Köyü’ndeki kum üretim tesisinden Mezra Beldesi’ndeki jandarma karakoluna kum taşıyan özel firmaya ait iki aracın öğleden sonra 16.00 sıralarında HPG militanları tarafından durduruldu ve araçta bulunan 2 kişi HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Alıkonulan işçiler 9 Temmuz tarihinde serbest bırakıldı.

*04 Temmuz 2012 tarihinde Van’ın Çatak İlçesi’nde, Kato dağı yakınlarındaki Konalgo Köyü’nde yapımı süren bir karakol inşaatında çalışan 2 işçi ile şoförün bulunduğu araç HPG militanları tarafından durduruldu. HPG militanları, araç sürücüsünü serbest bırakırken 2 işçiyi alıkoydu.

Alıkonulan 2 kişi 9 Temmuz tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Temmuz 2012 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Bedavê Köyü yakınlarında askerlerle işbirliği yaptığı ileri sürülen Selmas Özkan adlı kişinin HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi. NOT: Serbest bırakılıp bırakılmadığına ilişkin bir bilgiye ulaşılamadı.

*21 Temmuz 2012 tarihinde Hakkari’nin Lewîne Vadisi’nde bulunan Nise Köyü Korucubaşı Esat Faruk, HPG militanları tarafından alıkonuldu.

*22 Temmuz 2012 tarihinde Hakkari’nin Elmacık (Nispas) Köyü Muhtarı Mehmet Çakır, HPG’liler tarafından alıkonuldu.

Muhtar Çakır, alıkonulduktan bir hafta sonra serbest bırakıldı.

*26 Temmuz 2012 tarihinde Bitlis’in Tatvan İlçesi’ne bağlı Eğritaş Köyü nüfusuna kayıtlı Ayhan Taş ve arkadaşı Aslan Bayer, Van’ın Başkale İlçesi’ne bağlı Qaraçî Köyü’nde yapılan karakolda alçı-boya ve dekorasyon işleri yaptığı için HPG’liler tarafından alıkonuldu.

Taş ve Bayer daha sonra serbest bırakıldılar.

*30 Temmuz 2012 tarihinde HPG militanları Van’ın Saray İlçesi’ne bağlı Koçbaşı (Çilik) Köyü Muhtarı Tahirhan Özgün ile kardeşi Haydar Özgün’ü akşam 16.00 sıralarında ilçeden minibüsle köye giderken alıkoydu.

Özgün kardeşlerden Haydar Özgün bir gün sonra serbest bırakılırken, Tahirhan Özgün ise bir hafta sonra serbest bırakıldı.

*06 Ağustos 2012 tarihinde, Diyarbakır-Bingöl karayolunu saat 20.00 sularında Abalı Jandarma Karakolu yakınlarında kesen HPG’liler kimlik kontrolü yaptı. Yapılan kimlik kontrolünde Urfa’dan Trabzon’a giden bir yolcu otobüsünde yolculuk yapan Ramazan Başaran, Hadi Gizli ve Reşat Çeçan adlı 3 asker HPG’liler tarafından alıkonuldu.

*8 Ağustos 2012 tarihinde Dersim’in Ovacık İlçesi Aksu Deresi Mevkii’nde Adem Ekelek adlı müteahhit, HPG’liler tarafından alıkonuldu. Dersim’de askeri karakolların yapım ve onarım işlerini yapan Ekelek, 13 Ağustos tarihinde serbest bırakıldı.

*12 Ağustos 2012 tarihinde, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün Tunceli Ovacık karayolunda HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Aygün, 14 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Ağustos 2012 tarihinde, Fırat Haber Ajansı tarafından servis edilen haberde, Van ile Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi arasında yol kontrolü yapan örgüt militanları, Van nüfusuna kayıtlı Vural Minal adlı bir askeri alıkoydu.

Minal’ın iki gün sonra serbest bırakıldığı öğrenildi.

*13 Ağustos 2012 tarihinde Hakkari’nin Yüksekova İlçesi’nde saat 16.00 sıralarında ilçe merkezine 20 kilometre uzaklıkta bulunan Köprücük (Gerpel) ile Kadıköyü (Kadyan) arasında bulunan havaalanı inşaat alanında 12 kamyon HPG’liler tarafından ateşe verildi. HPG’liler daha sonra 11 araç sürücüsünü alıkoydu.

Sürücüler daha sonra serbest bırakıldı.

*17 Ağustos 2012 tarihinde Diyarbakır’ın Kulp İlçesi’ne bağlı Uygur Köyü’ne bu sabaha doğru saat 03.00’da giden ve HPG’li oldukları belirtilen bir grup, Kulp Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği Müdürvekili Ubeydullah Sancar’ı evinden alarak birliğe ait araç ile köyden ayrıldı. Kamışlı Köyü civarında indikleri aracı ateşe veren HPG’liler daha sonra Sancar’ı yanlarına alarak bölgeden uzaklaştı.

Sancar 30 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Ağustos 2012 tarihinde Ağrı’nın Diyadin İlçesi’nin Atadami Köyü’ne bağlı Kurt Mezrası’nda Ahmet Meriç adlı kişi devlet ile işbirliği yaptığı iddiasıyla HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Meriç 31 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*21 Ağustos 2012 tarihinde AKP eski Sur İlçe Başkanı Hamit Çelikkanat, HPG militanları tarafından alıkonuldu. Çelikkanat’ın, eşi, çocuğu ve kardeşi ile Dicle İlçesi’ne bayramlaşma ziyaretine gitmek üzere özel otomobiliyle yola çıktığı ve içinde bulundukları otomobilin saat 12.30 sıralarında Dicle İlçesi’ne bağlı Aşağı yokuşlu Köyü yakınlarında HPG militanları tarafından durdurularak, Çelikkanat’ın alıkonulduğu öğrenildi.

Çelikkanat 27 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*20 Ağustos 2012 tarihinde Hakkari Korucular Derneği Başkanı Korucubaşı Sadi Özatak, PKK militanları tarafından alıkonuldu.

*24 Ağustos 2012 tarihinde Ağrı’nın Doğubayazıt ile Van’ın Çaldıran ilçeleri arasında bulunan Tendürek Dağı eteklerinde dozer operatörü Zeydin Sargut PKK militanları tarafından alıkonuldu.

Sargut 27 Ağustos 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*26 Ağustos 2012 tarihinde Şırnak’ın Güçlükonak ilçesine bağlı Fındık Beldesi’nde ikametgah eden Halil Esendemir (65) adlı yurttaş HPG’liler tarafından alıkonuldu.

Esendemir iki gün sonra serbest bırakıldı.

*29 Ağustos 2012 tarihinde Siirt’in Eruh İlçesi ile Şırnak karayolu Gedikkaşar mevkiinde HPG militanları tarafından yapılan yol kontrolü sırasında Ali Nas’ın kullandığı iş makinesi ateşe verildi. Ali Nas ise, militanlar tarafından alıkonuldu. NOT: Serbest bırakılıp bırakılmadığına dair bir bilgiye ulaşılamadı.

*02 Eylül 2012 tarihinde AKP Hakkari İl Başkanı Abdulmecit Tarhan akşam saatlerinde HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Tarhan, 4 Ekim 2012 tarihinde Federal Kürdistan Bölgesi’nde PKK’nin kontrolündeki alana giden İHD ve MAZLUM-DER heyetine teslim edilerek serbest bırakıldı.

*08 Eylül 2012 tarihinde Bitlis İli Merkez Çeltikli Köyü yakınlarında köydeki evlerine gitmekte olan Mehmet Kasım Ariç, Naif Kırşen ve Zübeyir Menek isimli köy korucuları HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Korucular İHD Bitlis Temsilciliği’nin girişimleri sonucu 20 Eylül 2012 tarihinde serbest bırakıldı.

*13 Ekim 2012 tarihinde Van’ın Çaldıran ile Ağrı’nın Doğubayazıt İlçesi arasındaki Tendürek Dağı eteklerinde yol kontrolü yapan HPG militanları daha sonra bölgede bulunan taş ocağında çalışan Kayserili işçi Atalay Gören ile Taner Acar’ı alıkoydu. Militanlar gittikleri başka bir ocakta ise şantiye şefi Bulut Aras ile bekçi Sabri Çınar’ı alıkoydu.

Alıkonulan 4 işçi daha sonra serbest bırakıldı.

*18 Eylül 2012 tarihinde saat 19.30 sıralarında Doğubeyazıt- Çaldıran karayolu yapım işini üstlenen özel bir firmaya ait Doğubayazıt’ın Karakent köyü içerisinde bulunan şantiyeye HPG militanları tarafından baskın düzenlenerek, 10 şantiye işçisi ve bir köy korucusu alıkonuldu.

Alıkonulan 11 kişi daha sonra serbest bırakıldı.

*21 Eylül 2012 tarihinde Hakkari’nin Şemdinli İlçesi’ne bağlı Koryürek (Begijnê) Köyü’ndeki yol yapım çalışmalarında kepçe operatörü olarak çalışan Serhat Demircan HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Demircan daha sonra serbest bırakıldı.

*22 Eylül 2012 tarahinde HPG militanları Muş-Kulp yolu üzerinde bulunan Şenyayla bölgesi Darbiye mevkiinde yol kontrolü yaptı. Yarım saat süren uygulama sonrası HPG militanları 2 öğretmeni alıkoydu.

Alıkonulan öğretmenler sonraki gün serbest bırakıldı.

*12 Ekim 2012 tarihinde Şırnak’ın Beytüşşebap İlçesi’ne bağlı Kaplıca (Germav) Köyü yakınlarında saat 15.00 ile 16.00 arasında HPG militanları tarafından yol kontrolü yapıldı. Yaklaşık bir saat süren yol kontrolünün ardından Nesim Timur Kökeroğlu isimli korucu ile Filiz Sümer isimli bir kadın öğretmen HPG militanları tarafından alıkonuldu.

Alıkonulan iki kişi 15 Ekim günü serbest bırakıldı.

*15 Ekim 2012 tarihinde Siirt’in Pervari ilçesi Doğan (Hosyan) köyü yakınlarında HPG militanları tarafından yol kontrolü yapıldı. Kimlik kontrolü yapan HPG militanları ilçe merkezinden Doğan (Hosyan) köyüne giden 3 kadın öğretmen ile bir okul hizmetlisini alıkoydu.

Öğretmenler ve hizmetli 16 Ekim tarihinde serbest bırakıldı.

*17 Ekim 2012 tarihinde Iğdır’ın Karakoyun ilçesine bağlı Bölükbaşı köyü yakınlarında yol kontrolü yapan HPG militanları 6 öğretmeni alıkoydu.

Öğretmenler aynı gün serbest bırakıldı.

*23 Ekim 2012 tarihinde Hakkari’nin Kırıkdağ (Dêzê) köyünde korucubaşı olan Cemal Adıyaman’ın HPG militanları tarafından alıkonulduğu öğrenildi.

Adıyaman 28 Ekim tarihinde serbest bırakıldı.

*29 Ekim 2012 tarihinde Mardin’in Savur ilçesine bağlı Çınarönü köyü bölgesinde HPG militanları kimlik kontrolü yaptı. Saat 18.30 civarında yapılan kimlik kontrolü sırasında Nusaybin ilçesine bağlı Girmeli beldesinde Çok Programlı Lisesi Müdür Yardımcısı Mehmet Ali İnan ve okul görevlisi Sabahattin Doğan alıkonuldu.

Alıkonulanlar 31 Ekim günü serbest bırakıldı.

*09 Kasım 2012 tarihinde Mardin’in Midyat İlçesi’ne yakın bir köyde yol kontrol gerçekleştiren HPG militanları, 8 öğretmeni alıkoydu.

Öğretmenler daha sonra serbest bırakıldı.

*20 Kasım 2012 tarihinde Mardin’in Nusaybin İlçesi Akarsu Beldesi İlköğretim Okulu’na gelen 2 HPG militanı, Müdür Hüseyin Mete ile Akarsu Çok Programlı Lisesi Edebiyat Öğretmeni Eray Yıldız’ı alıkoydu.

Alıkonulan eğitimciler daha sonra serbest bırakıldı.

İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ

ARŞİV ve DOKÜMANTASYON BİRİMİ

tarafından

TSK İç Hizmet Kanun Tasarısı -İ. YAYLALI

TSK İç Hizmet Kanun Tasarısı -İ. YAYLALI

İbrahim Yaylalı

Provokasyonun diğer adı: TSK İç Hizmet Kanun Tasarısı

TSK İç Hizmet Kanun Tasarısı’nı Komisyon’da MHP’si CHP’si ve AKP’si bir olup kabul etti. Peki, nedir bu kanun tasarısı?

Öncelikle ‘TSK İç Hizmet Kanun Tasarısı’nı okuyalım:

“Terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar nedeniyle, meskun mahal dışında, can ve mal güvenliğinin korunması bakımından girilmesinde sakınca bulunan yerlerde operasyonun devam ettiği süreyle sınırlı olmak üzere; Genelkurmay Başkanlığı veya İçişleri Bakanlığı’nın göstereceği lüzum üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla askeri veya özel güvenlik bölgesi ilan edilebilecek. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde vali kararıyla 15 güne kadar özel güvenlik bölgesi ilan edilebilecek.”

Yani ‘tasarı’ya göre, asker ve vali istediği takdirde, OHAL’e başvurabilecek. Düşünün artık; bu uygulama kimler için uygulanacak…

SEYYAR OHAL’LER

Aslında bunun en yakın örneklerinden biri uygulamanın kimler için uygulanacağını da gösteriyor. Vereceğim örnek, bizlerin katliamın (Roboski Katliamı) 500. günü dolayısıyla katliam bölgesine gitmek istememiz üzerine gerçekleşmişti. Asker tam da böylesi bir gerekçeyi dayanak göstererek bizlere engel olmak istemişti. Biz de bu duruma tepki göstererek ‘dün burada olmayan bu bölgenin bugün burada kurulmasının doğru olmadığını’ ifade etmiştik. Suni yollarla oluşturulmuş bölgeyi tanımadığımızı söyleyip katliam bölgesine gitmiştik.

Alelacele çıkarılan bu yasanın amacının yapılacak bir çok provokasyonu önleyemeyelim diye olduğu ortada. Kalekollara karşı provokasyonları önlemek için bölge halkı harekete geçtiğinde, ‘seyyar OHAL’ devreye girecek ( Bilişim çağındayız o kadar da değil en azından seyyar oldu OHAL). Bu yasa, bu günlerde kalekol inşaatlarına karşı sivil itaatsizlik yapan kimlerse, şayet onlar için hazırlanmış bir yasadır. Yoksa, AKP-MHP-CHP neyi çıkardıklarını bilmezler mi?

Kısacası, asker provokasyon için operasyon yaptığında ve akabinde Kürt halkı bunu önlemek için hareket ettiğinde bu uygulama devreye girecek. Sözde ‘darbeleri kanun yapar’ denilerek bir düzenleme gelmiş ki komediden başka bir şey değil.

YANILTMANIN BİR BAŞKA ADRESİ: 35. MADDE

Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun meşhur 35. maddesi de değiştiriliyor. Buna göre, “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” ifadesi, “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır” olarak tanımlanıyor.

Yukarıda yazılanlara baktığınızda bir dönem kapanmış gibidir. Basit bir mantık yürütüldüğünde bile böylesi bir hazırlığın ardından demokrasinin daha fazla görünmesi gerekiyor. Ancak, mesele bir halkın üzerinden baskı rejimini kaldırmak değil ki; sadece baskının devri söz konusu bugün; yoksa halk üzerinde kurulan hegomanyadan asla vazgeçilmiş değil.

Ordu başkaca bir gücün hem sopası hem de bileşenini ifade ediyordu; bugün ise en azından bu gücünün geriletildiği gözüküyor.

Peki, sormazlar mı: Siz halkı koruma adına bunu bu şekilde değiştirdiniz, biz halkı sizden nasıl kurtaracağız? Bunun da bir yasal düzenlemesi var mı?

Roboski, Paris katliamı, Gezi, Lice ve arada atladığım daha nice katliamlar sizin hükümetiniz döneminde acımasızca gerçekleşti. Siz katliamları gerçekleştirdiniz; medya ve diğer tüm bileşenleriniz ise ikinci katliamları yapmaktan geri durmayıp, katliamları kararttı.

Ve daha bir çok şeyde asker provokasyonunun önünü açan bir ittifak söz konusu. Yine yeni şer kanununa da birlikte olur verdiler. Bunun bizim baktığımız yerden başkaca bir açıklaması bulunmamaktadır. Bunu hazırlayan kim? Tabii ki hükümet. Provokasyonun nereden geldiği gözüküyor değil mi?

Süreç pek AKP’ye uymadı. AKP ve bileşenleri ne düşündüyse, bu süreçte onları bulamadıkları açık.

BİR SAVAŞ DÜZENLEMESİ DAHA: ESİR ASKERLER MESELESİ

TSK İç Hizmet Kanun Tasarısı’nı okumaya devam edelim. Bu kez konu ‘esir düşen askerler’ meselesi.

“Esir düşen, görevi sırasında harp gaibi olan veya enterne edilenlerle terörle mücadele görevi sırasında veya bu görevlerinden dolayı alıkonulan ya da kaybolan sözleşmeli erbaş ve erlerin özlük hakları, ailelerine ödenmeye devam edilecek. ”

Hatırlanacağı gibi esir düşen bir polisin ailesi televizyona çıkıp feryat etmişti. Aile, çocuklarının PKK’ye esir düşmesinden sonra devletin kendilerini hiç aramadığını, hatta esir düşen polis memurunun maaşının da kesildiğini aktarmıştı. Bunun üzerine ise tepkiler yağmıştı.

Bu zamana kadar esir düşen devlet personelinin hakları donduruluyordu. Gelen tepkiler sonucunda ise devlet buna ilişkin bir düzenleme yapmak zorunda kaldı.

Bilindiği üzere, devletin resmi politikaları gereği, bu zamana kadar alınan esirler üzerine herhangi bir düzenleme yapılmamıştı. Hatta devlet, esirleri kurtarmak için en ufak girişimde dahi bulunmazken, bu anlamda girişimleri olanları da mahkeme yoluyla cezalandırmaya gitmişti.

Bu çok küçük de olsa karşı tarafı tanıma anlamında bir işarettir. Bu düzenlemelerin arkasının mutlaka takibe alınması gerekiyor.

Aşağıda ele alacağımız tasarı maddesine baktığımızda ise bir anda her şeyin bu yasa tasarısıyla nasıl tersine döndüğü görülüyor. Bu yasa tasarısını hazırlayanların sol gösterip nasıl da sağdan vurdukları da anlaşılıyor tabi:

“Terörle mücadele görevi sırasında veya bu görevinden dolayı alı konulan veya kaybolan, daha sonra birliğine dönen er ve erbaşların durumları, mensup oldukları kuvvet komutanlıklarınca oluşturulacak kurul tarafından incelenecek. Kaçırılma veya kaybolmayla ilgili kusurlu görülenler hakkında soruşturma dosyası düzenlenerek, yetkili makamlara intikal ettirilecek. Kurul tarafından kusursuz görülenler ile haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerin birliklerinden ayrı geçirdiği süreler, hizmetten sayılacak ve ödenmemiş özlük hakları ödenecek.”

Yukarıda anlatıldığı kadarıyla, esir düşenin durumunu belirleyecek olan kurulun birliğince oluşturulması ne kadar doğrudur? Bu manada bir kurulun nasıl sağlıklı işlemesi bekleniyor?

Askerde esir düşme olayına militarist bir önyargıyla yaklaşıldığı ortada. Bunu görmek için sadece Dağlıca mahkeme sürecine bakmak bile yeterli. Bu yasayla asker ya da polis açıkça tehdid ediliyor; ‘Esir düşmek ile ölüm arasında herhangi bir seçim yapacaksan eğer, sopam elimde ona göre tercihini yap’ deniliyor. Bu yasa tasarısı tamamen yürütmenin kafa yapısı ne ise ona göre işleyecek bir madde olarak önümüze çıkmaktadır. Bu taslak maddesi barış sürecine göre hazırlanmamış olup tamamen savaş sürecine göre hazırlanmıştır.

BARIŞA HİZMET ETMEYEN TASARI

Şayet bu tasarıyı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, maalesef, bırakın barış sürecinin dilini, uygulamaya konduğu takdirde, taslak maddeleri nelere eleştirel olarak çıkmışsa ondan daha beter bir durumu ifade etmekte.

Bu taslak metinlerdeki maddeler, isteklerinde samimi hareket etmeyenlerin barışın arkasından dolanıp ‘insanları nasıl kandırabilirim’ tavrılarını iyi göstermektedir.

Bu yasa tasarısı hükümetin süreçte ne kadar samimi olduğunu göstermesi açısından önem arz ediyor. Maalesef ki, her tarafta provokasyon yaratan hükümetin burada da aynı yolu izlediğini görüyoruz.

tarafından

HERKES BARIŞ İÇİN ÇALIŞSIN/ esir askerler anlatıyor

HERKES BARIŞ İÇİN ÇALIŞSIN

nuce_04032013-191101-1362420661.82

Erdal ER – Mehdi DOĞAN / KIRŞEHİR – Anf Güncellenme : 05.03.2013 05:30
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla yeniden gündeme gelen PKK’nin elindeki esirler konuştu: ‘Artık kan dökülmesine karşıyız. Bir an önce bu kan dursun, barış, kardeşlik olsun. Buradan devlet yetkililerine, PKK’ye ve halka sesleniyoruz: Herkes barışın olması için elinden ne geliyorsa yapsın’

Reşat Çeçan: Artık kan dökülmesine karşıyız. Buradan devlet yetkililerine, PKK örgütüne, halka sesleniyorum. Barışın olması için ne gerekiyorsa hep beraber yapsınlar.

Kenan Eroğlu: Sağlığımız iyi. Umarız her şey hayırlısıyla en uygun şekilde sonuçlanır.

Nadir Özgen: İnşallah hayırlı olur, sürecin olumlu sonuçlanmasını temenni ediyoruz.

Hadi Gizli: Umarız bu kan artık durur, rehineler, herkes ailesine evine kavuşur.

Abdullah Söpçeler: Bu sürecin en hayırlı sonuçla nihayete ermesini diliyorum.

HPG’nin elindeki esirler: HERKES BARIŞ İÇİN ÇALIŞSIN

PKK Lideri Abdullah Öcalan, 23 Şubat’ta 2. BDP heyeti ile yaptığı görüşmede devlet ve PKK’nin elinde esirlerin bulunduğunu belirterek, her iki tarafa da tutsakların serbest bırakılması çağrısı yapmıştı. Bu çağrıya yanıt, KCK yönetiminden geldi. KCK’li yetkililer, Öcalan’ın mektubunu iletmek üzere Kandil’e giden DTK-BDP heyetine HPG’nin elinde bulunan devlet görevlilerinin serbest kalması için ilgili çalışmayı bir hafta 10 gün içerisinde başlatarak sonuçlandıracaklarını iletti. HPG’nin elindeki tutsak asker ve devlet görevlileri, sağlık durumlarını, İmralı’daki görüşmeleri nasıl gördüklerini ve kamuoyuna mesajları hakkında konuştu. Tutsak devlet görevlileri serbest bırakılma süreçleri ile ilgili şunları belirtti:

KENAN EROĞLU: 2011 yılının Ağustos ayında sivil yolculuk yaparken Muş ve Diyarbakır arasında alındık. O tarihten bu yana buradayız. Şu an ailelerimizin bizleri iyi bilmesini istiyoruz. Tek dileğimiz bu. İyiyim ve kendilerine bu süreçte çok iyi bakmalarını istiyorum. Moralli olsunlar. Ve inşallah en kısa zamanda, en yakın zamanda onlara kavuşma ümidindeyiz. Bir sürecin işlediğini radyodan takip edebiliyoruz, kısıtlı imkanlarla. Umarız her şey hayırlısıyla en uygun şekilde sonuçlanır.

ZİHNİ KOÇ: Uzman çavuşum. Diyarbakır-Lice arasında yaklaşık iki yıl önce alındım. Sağlık durumum iyi, gayet iyiyim. Ailemin öyle bilmesini istiyorum. Onlara mesajım benim iyi olduğumu bilsinler. Onları seviyorum. İlla ki bu süreç içerisinde biraz özledik. Dik dursunlar, sağlam dursunlar.

ABDULLAH SÖPÇELER: 9 Temmuz 2011’de Diyarbakır-Lice karayolunda alındım. Sağlık durumum genel olarak iyi. Aileme söylemek istediğim, onların da kendilerine dikkat etmeleri, iyi olmaları, morallerini bozmamaları; dirayetli ve moralli bir şekilde davranmaya devam etmek istiyorum. Ben arkadaşlarım gibi bu sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyorum. En hayırlı sonuçla nihayete ermesini diliyorum.

KEMAL EKİCİ: Şırnak’ta uzman çavuştum. Şırnak’ta evimin önünden alındım. Sağlık durumum çok şükür iyidir. Aileme de buradan selamlar söylüyorum. Ailemin de bu süreçte dik durmasını bekliyorum. Ailemin de katkıda bulunmasını istiyorum.

NADİR ÖZGEN: Van Çatak’tan alındım. 2011 Eylül ayında alındım. Polis memuruydum. Sağlık durumum çok iyi. Ailemin de dimdik ayakta durmasını istiyorum bu süreçte. Radyodan dinlediğimiz kadarıyla inşallah hayırlı olur, her şey iyi olur, sürecin iyi sonuçlanmasını bekliyoruz.

RAMAZAN BAŞAR: Adım Ramazan Başar. Mardinliyim. Sağlığımız, durumumuz iyidir. Ailelerimiz bizi merak etmesin. Umarım en yakın zamanda kavuşuruz birbirimize. Tartışmaları radyodan duyduk. Böyle bir görüşme var, umarım iyi olur.

REŞAT ÇEÇAN: Urfa Suruçluyum. 6 Ağustos 2012 tarihinde Diyarbakır Bingöl istikametinde yakalandık, Burada ellerinden geldiği kadar bize iyi davrandılar, herhangi bir sorunumuz yok. Sağlık durumumuz iyidir. Her koşulda bize yardımcı oluyorlar. Sorunumuz yok, herkese selam gönderiyoruz. Artık kan dökülmesine karşıyız. Benim de bir kardeşim dağdadır. Bir çatışmada karşı karşıya gelsek ya o beni vuracak, ya da ben onu. Birbirimizi tanımayacağız. Böyle bir şeyin olmasını istemiyorum. Bir an önce bu kan dursun, barış kardeşlik olsun diyoruz. Halkımıza bu sesimizi duyuruyoruz. Barış olmasını istiyorum. Buradan devlet yetkililerine, PKK örgütüne sesleniyorum. Ellerinden geldiği kadarıyla bu barışın olması için ne gerekiyorsa hep beraber yapsınlar. Halka da sesleniyorum. Onların da barış için ellerinden geleni yapmalarını diliyorum.

HADİ GİZLİ: Urfa Viranşehir’denim. Aslen Arab’ım. Ağustos 2012’de Lice etrafında esir alındık. Hem ruhsal hem de fiziki olarak sağlık durumumuz yerinde. Çok şükür arkadaşlar bize iyi davranıyorlar. Sağlık durumumuz iyi. Onlara, doktorlara teşekkür ediyoruz. Bu sürecin iyi gitmesini umut ediyoruz. Umarız kan durur, silahlar susar, rehineler, herkes ailesine evine kavuşur.

Karşılıklı olursa süreç uzamaz

Esir asker ve devlet görevlileriyle ilgili ANF’ye konuşan HPG’li Rezan Gabar ile Zülküf Palo, esirlerin düzenli doktor kontrolünde olduklarını, Cenevre Sözleşmesi ve kendi hukukları çerçevesinde, Onları korumak için ellerinden geleni yaptıklarını söyledi. HPG’liler, esirlerin serbest bırakılma sürecinin uzamaması için devletin de adım atması için çağrı yaptı. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın her iki tarafa çağrı yaptığını belirten Gabar, “En kısa zamanda ailelerine ulaşmaları için biz bu çağrıyı dikkate alacağız. Ama karşı tarafın da iyi niyetini bekliyoruz. Yani çift taraflı olması gerekiyor bunun. KCK davasında binlerce insan var suçsuz yere rehin olarak tutuluyorlar” dedi.

Hava saldırılarına da dikkat çeken Gabar, “Onları korumak için canımızı feda edebiliriz” dedi.

HPG’li Zülküf Palu ise, askerlerin HPG’den kaynaklı herhangi bir güvenlik sorunu yaşamadıklarını söyleyerek, onlar için en büyük tehlikenin hava saldırıları olduğuna dikkat çekti.

Tek taraflı adım bekleyenlere seslenen Palu, “Yani biz gerilladan, PKK’den bunu bekliyoruz da biz ne yaptık bu konuda, ne adım attık” diye sorması gerektiğini söyledi. Son olarak esir askerlerin ailelerinin de istedikleri anda gelip çocuklarını görebileceklerini de sözlerine ekledi.

Binici: Halk süreci sahiplenmeli

BDP Kırşehir İl Örgütü’nün düzenlediği dayanışma gecesinde konuşan BDP Milletvekili İbrahim Binici, İmralı sürecine dikkat çekti. Binici, “Süreci herkes sahiplenmeli” dedi. Binici, Kılıçdaroğlu’nun süreçle ilgili sözlerine tepki göstererek, “Kılıçdaroğlu zikzaklar çizerek ne dediğini bilmeyen bir lidere dönmüştür” diye konuştu. Binici, barışa hazır olduklarını kamuoyu önünde sürekli deklare ettiklerini belirterek, “Ama burada AKP’nin gerçekten eleştirilmesi gerekir. Barış adına yola çıkıyorsun. Senin barış adına çantanda ne var. Başbakan olarak nasıl bir barış getirmek istiyorsun. Bu dönemde 12 hava operasyonu olmuştur” şeklinde konuştu.

Cizîr’de Öcalan’a özgürlük meşaleleri

Şirnex Cizîr’de (Cizre) Yurtsever Devrimci Gençlik Hareketi (YDG-H) üyeleri, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü isteyerek, askeri operasyonları kınadı. Yürüyüşün ardından gençler bir süre yolda kimlik kontrolü yaptı. Ardından da eylem yerine gelen polisle çatıştı

tarafından

Sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyorlar/Esir askerler konuştu

Esir askerler konuştu

demokrathaber
Sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyorlar…

esir_askerler_konustu_h16289 (1)
Abdullah Öcalan, 23 Şubat’ta 2. BDP Heyeti ile yaptığı görüşmede devlet ve PKK’nin elinde tutsakların bulunduğunu belirterek, her iki tarafa da tutsakların serbest bırakılması çağrısı yapmıştı. Bu çağrıya ilk yanıt, KCK yönetiminden geldi. KCK’li yetkililer, Öcalan’ın mektubunu iletmek üzere Kandil’e giden DTK-BDP heyetine ellerinde bulunan devlet görevlilerinin serbest kalması için ilgili çalışmayı 1 hafta 10 gün içerisinde başlatarak sonuçlandıracaklarını iletti.

Kamuoyunda Öcalan’ın çağrısı ve tarafların bundan sonraki atacakları adım tartışılırken Gazeteci Erdal Er ve Mehdi Doğan, HPG’nin elindeki esir askerler ve devlet görevlileriyle görüştüler. Sağlık durumlarını, İmralı’daki görüşmeleri nasıl gördüklerini ve kamuoyuna mesajlarını sordular.

ANF’nin haberine göre, Astsubay Abdullah Söpçeler ve uzman çavuş Zihni Koç, 9 Temmuz 2011’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, kaymakam adayı Kenan Erenoğlu aynı yıl 12 Ağustos’ta Muş-Kulp karayolu üzerinde yapılan kimlik kontrolü sırasında, uzman çavuş Kemal Ekinci 1 Ekim’de Şırnak merkezde, polis memuru Nadir Özgen ise 10 Eylül’de Van’ın Çatak ilçesinde kaçırılmıştı.

Esir devlet görevlileri sağlık durumlarıyla ve serbest bırakılmalarıyla ilgili soruları şöyle yanıtladı:

KENAN EROĞLU

Ben kaymakam adayı Kenan Erenoğlu. 2011 yılının Ağustos ayında sivil yolculuk yaparken Muş ve Diyarbakır arasında alındık. O tarihten bu yana da buradayız.

Sağlık durumunuz nasıl? Aileleriniz, sevdiklerinize bir mesajınız var mı?

İyiyiz. Şu an ailelerimizin bizleri iyi bilmesini istiyoruz. Tek dileğimiz bu. İyiyim ve kendilerine bu süreçte çok iyi bakmalarını istiyorum. Moralli olsunlar. Ve inşallah en kısa zamanda, en yakın zamanda onlara kavuşma ümidindeyiz.

Sizinle ilgili kamuoyunda tartışmalar var. Öcalan’ın açıklamasından sonra gündeme geldi ve hala o tartışmalar devam ediyor. Bu tartışmalara ilişkin bir şey söylemek istiyor musunuz?

Bir sürecin işlediğini radyodan takip edebiliyoruz, kısıtlı imkanlarla. Umarız her şey hayırlısıyla en uygun şekilde sonuçlanır.

ZİHNİ KOÇ

Ben Zihni Koç. Uzman çavuşum. Diyarbakır-Lice arasında yaklaşık iki yıl önce alındım. Şu anda buradayız iki yıldır yaklaşık olarak.

Sağlık durumunuz nasıl?

Sağlık durumum iyi. Gayet iyiyim. Ailemin öyle bilmesini istiyorum.

Ailenize, sizi sevenlere, çocuklarınıza bir mesajınız var mı?

Onlara mesajım benim iyi olduğumu bilsinler. Onları seviyorum. İlla ki bu süreç içerisinde biraz özledik. Yaklaşık iki yıl oldu. Onun dışında söyleyeceğim bir şey yok. Dik dursunlar, sağlam dursunlar. Onun dışında bu süreç içerisinde yıprandıklarını hissediyorum ama ona göre de kendilerine iyi baksınlar.

Serbest bırakılmanızla ilgili tartışmalar var. Kamuoyunda da bir duyarlılık var. Ne diyorsunuz?

O konuda hali hazırdaki süreci radyodan takip ettiğimiz kadarıyla bu konuda pek yorum yapmayı düşünmüyorum ancak umuyorum olumlu olur.

ABDULLAH SÖPÇELER

Ben Abdullah Söpçeler. 9 Temmuz 2011 tarihinde Diyarbakır-Lice karayolunda alındım. Yaklaşık 21 aydır burada tutuluyorum. Sağlık durumum genel olarak iyi. Çok ciddi herhangi bir problemim yok. Aileme söylemek istediğim onların da kendilerine dikkat etmeleri, iyi olmaları, morallerini bozmamaları; dirayetli ve moralli bir şekilde davranmaya devam etmek istiyorum.

Bir mesajınız var mı? Sivil toplum örgütleri devreye girdi, sizin serbest bırakılmanızla ilgili tartışmalar var.

Ben arkadaşlarım gibi bu sürecin olumlu sonuçlanmasını istiyorum. En hayırlı sonuçla nihayete ermesini diliyorum.

KEMAL EKİCİ

Ben Kemal Ekici. Şırnak’ta uzman çavuştum. Şırnak’ta evimin önünden alındım. Yaklaşık 18 aydan beri buradayım.

Sağlık durumunuz nasıl? Kamuoyu merak ediyor, aileniz merak ediyor..

Sağlık durumum çok şükür iyidir. Aileme de buradan selamlar söylüyorum. Ailemin de bu süreçte dik durmasını bekliyorum. Ailemin de katkıda bulunmasını istiyorum.

Sizin bu tartışmalarla ilgili bir mesajınız var mı?

Bu süreci radyodan dinliyoruz. Olursa olumlu yönde Hak’tan hayırlısı diyoruz.

NADİR ÖZGEN

Ben Nadir Özgen. Van Çatak’tan alındım. 2011 Eylül ayında alındım. Van Çatak’ta polis memuruydum.

Sizin sağlık durumunuz ve söylemek istediğiniz?

Sağlık durumum çok iyi. Ailemin de dimdik ayakta durmasını istiyorum bu süreçte. Radyodan dinlediğimiz kadarıyla inşallah hayırlı olur, her şey iyi olur, sürecin iyi sonuçlanmasını bekliyoruz.

“ARTIK KAN DÖKÜLMESİN DİYORUZ”

Askerler Reşat Çeçan, Hadi Gizli ve Ramazan Başaran ise, 6 Ağustos 2012’de Lice-Bingöl karayolunda esir alınmış. Sağlık durumlarının iyi olduğunu bildiren askerler de sürecin olumlu sonuçlanması temennisinde bulundu. 3 esir asker kendileriyle ilgili tartışmalara da, “herkesin barış için ellerinden geleni yapmasını istiyoruz, artık kan dökülmesini istemiyoruz” şeklinde yanıtladı.

RAMAZAN BAŞAR

“Adım Ramazan Başar. Mardinliyim. Diyarbakır Bingöl arasında yakalandık. Sağlığımız, durumumuz iyidir. Ailelerimiz bizi merak etmesin. Umarım en yakın zamanda kavuşuruz birbirimize. Tartışmaları radyodan duyduk. Böyle bir görüşme var, umarım iyi olur.”

REŞAT ÇEÇAN

“Adım Reşat Çeçan. Urfa Suruçluyum. Burada ellerinden geldiği kadar bize iyi davrandılar, herhangi bir sorunumuz yok. Sağlık durumumuz iyidir. Her koşulda bize yardımcı oluyorlar.

Burada tek bir sıkıntımız var o da hasretliktir bu da zamanla giderilir. Sorunumuz yok, herkese selam gönderiyoruz. Anne babamızın ellerinden öpüyoruz umarım bir an önce kavuşuruz. Artık kan dökülmesine karşıyız. Benim de bir kardeşim dağdadır. Kardeşim gerilla ben de asker, bir çatışmada karşı karşıya gelsek ya o beni vuracak, ya da ben onu. Birbirimizi tanımayacağız. Böyle bir şeyin olmamasını istiyorum. Demek oluyor ki kardeş kardeşi vuruyor. Bir an önce bu kan dursun, barış kardeşlik olsun diyoruz. Halkımıza bu sesimizi duyuruyoruz. Barış olmasını istiyorum. Buradan devlet yetkililerine, PKK örgütüne sesleniyorum. Ellerinden geldiği kadarıyla bu barışın olması için ne gerekiyorsa hep beraber yapsınlar. Halka da sesleniyorum. Onların da barış için ellerinden geleni yapmalarını diliyorum.”

HADİ GİZLİ

“Urfa Viranşehir’denim. Aslen Arabım. Ağustos 2012’de Lice etrafında esir alındık. Şu anda örgütün elindeyiz. Esir alındığımızdan beri buradayız.

Hem ruhsal hem de fiziki olarak sağlık durumumuz yerinde. Çok şükür arkadaşlar (gerillalar) bize iyi davranıyorlar. Sağlık durumumuz iyidir onlara, doktorlara teşekkür ediyoruz.

Bir an önce ailemize kavuşmayı umuyoruz. Umarız bir an önce bu hasretlik biter.

Bu sürecin iyi gitmesini umut ediyoruz. Bu kan durur, silahlar susar, rehineler, herkes ailesine evine kavuşur. Dağda gerilla var. Onların da ailesi var, annesi, babası, kardeşleri var. Barış olması ve herkesin huzur içinde yaşamasını umut ediyorum. Bu süreçte inşallah iyi gider, herkes ailesine kavuşur.”

tarafından

Çağrıyı yapana MİNNETTARIZ

Çağrıyı yapana MİNNETTARIZ

esirasker

Sedat YILMAZ

Öcalan’ın esir askerlere ilişkin çağrısı STK’leri harekete geçirdi. Aileler İmralı’dan gelen mesaj için ‘minnettarız’ dedi

PKK Lideri Öcalan’ın BDP heyeti aracılığıyla esir askerlere ilişkin yaptığı açıklama sonrası sivil toplum örgütleri harekete geçti. MAZLUMDER Yönetim Kurulu Üyesi Abdurrahim Semavi bu sabah Federe Kürdistan’a geçeceklerini belirtti.

Esir aileleri: Öcalan’a minnettarız

PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın önceki gün kendisiyle görüşmeye giden BDP heyeti aracılığıyla esir askerlere ilişkin yaptığı açıklama sonrası sivil toplum örgütleri harekete geçti. Öcalan’ın, “Devletin elinde tutsaklar var, PKK’nin elinde de tutsaklar var. PKK elindeki tutsaklara iyi davranmalı umarım en kısa zamanda ailelerine kavuşurlar” çağrısı üzerine MAZLUMDER ve İHD başta olmak üzere bazı sivil toplum örgütleri Federe Kürdistan’a geçti. MAZLUMDER Genel Yönetim Kurulu Üyesi Abdurrahim Semavi dün gazetemize yaptığı açıklamadan sonra Federe Kürdistan’a geçeceklerini belirtti. Bu sabah orda olması beklenen heyetin içinde kimlerin yer alacağı konusunda bir netlik sağlanmazken, irtibatın Kürdistan’da sağlanması bekleniyor.

Hükümete tepki

Esir askerlerden Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Kemal Ekinci, Uzman Çavuş Zihni Koç, Polis memuru Nadir Özgen ve kaymakam adayı Kenan Erenoğlu’nun ailelerinin mesajlarını da gazetemize aktaran Semavi, İmralı’dan gelen açıklamalar sonrası aileler memnuniyetlerini aktardıklarını ve minettar olduklarını söyledi. Semavi ailelerin mesajlarını şu şekilde aktardı: “Aileler uzun süredir heycanla bu süreci, açıklamayı bekliyorlardı. Sıradışı bir sevinç var. Minnettar olduklarını aktarıyorlar. Çok büyük bir özlem var. Uzun süre tedirginlik yaşadılar. Hükümetin umursamaz tavrını yadsıdılar. Bir an önce çocuklarına kavuşmak istiyorlar. Açıklamayı heyecanla takip etmişler ve bundan dolayı minettar olduklarını aktardılar.”

Türkdoğan ihtiyatlı

İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise harekete geçmek için henüz erken olduğunu, PKK’den bir açıklama yapmalarını beklediklerini ancak daha önce beş defa girişimde bulunduklarını aktardı. Türkdoğan, “Çok aceleci davranmamak gerekiyor. Örgütün bir açıklama yapmasını bekliyoruz. Aileleri de heycanlandırmamak gerekiyor. Bir açıklama olması halinde harekete geçeceğiz” diye konuştu. Heyete esir askerlerin ailelerinin de eşlik edeceği gelen bilgiler arasında.

Allah razı olsun

Barışın bir an önce gelmesini umut ettiğini vurgulayan esir asker Zihni Koç’un babası Veysel Koç, Öcalan’ın açıklamasından sonra çok memnun olduğunu belirtti. Hükümete de seslenen Koç, “Çocuklarımıza kavuşmak istiyoruz. Barışın bir an önce gelmesini istiyorum. Herkes gülsün, eğlensin, analar ağlamasın. Öcalan’dan Allah razı olsun, ne diyeyim. Yardımcı olan herkesten Allah razı olsun” diyerek sevincini bizimle paylaştı.
http://www.ozgur-gundem.com

tarafından

Kalkan: Serbest bırakma süreçle bağlantılı olur

Kalkan: Serbest bırakma süreçle bağlantılı olur

anf haber
ERDAL ER, BEHDİNAN 26.02.2013
Kürt Halk Önderi Öcalan’ın esirlerin serbest bırakılmasına dönük çağrısının iki tarafa da yapıldığının altını çizen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, serbest bırakılmanın koşullarını açıkladı. Demokratik sürecin ilerlemesi halinde buna kapalı olmadıklarını söyleyen Kalkan, “ancak tek taraflı olarak kimse bizden bunları beklemesin” dedi.

Gündemin ana konusu İmralı görüşmeleri. En çok merak edilen; KCK ve PKK süreçle ilgili ne düşünüyor, nasıl bir yol izleyecek? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın açıklamalarını nasıl okumak lazım? HPG’nin elindeki esir askerler serbest bırakılacak mı? Gerilla Kuzey’den Güneye geri çekilecek mi? Askeri operasyonlar, hava saldırıları devam ederse Halk Savunma Güçleri (HPG) karşı operasyon yapacak mı? AKP hükümeti Kürt sorununu mu çözmek istiyor? PKK’yi mi tasfiye etmek istiyor? KCK ilkesel olarak neye ‘evet’ neye ‘hayır’ diyecek? Kürdistan dağlarında bütün bunlar ve daha fazlasını KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’a sorduk.

İMRALI’DAKİ GÖRÜŞMELER BAŞLANGICIN ARAYIŞI

Cumartesi günü ikinci BDP heyeti Sayın Öcalan’ı ziyarete gitti. Beş saatlik uzun bir görüşme yapıldı, hemen ardından da, Pervin Buldan Öcalan adına kısa bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Evet, ikinci heyetinde görüşme sonrası kısa açıklamasını izledik. Belli bir tartışma yapıldığı anlaşılıyor. Belli ki bazı şeyler hazırlanmaya çalışılıyor. Geçmişte de Önder Apo bu tür görüşmeler için şunu demişti: ‘‘Çözümün, barışın arka planını hazırlıyoruz. Zihniyet temelini hazırlıyoruz.’’ Hala bir hazırlık çalışması içinde olunduğu anlaşılıyor. Bir kararlılık, netlik var. Fakat bu bir sonuç değil. Hatta bir başlangıç bile değil, hatta bir başlangıcın arayışı denilebilir. Umudun yaratılması, yeniden bir istek, niyet, başlangıç oluşturulması, çabası var. Hazır bir şey yok. Aslında her şeyi biraz zorlu bir mücadele ile adım adım hazırlama çabası var. Zaten bu Önder Apo’nun tarzıdır. Kürdistan’da özgürlük mücadelesi hazırda bir şey olmadan, böyle gelişti. Şimdi çözüm için de siyasetin işlevsel hale gelmesi içinde hazır bir durum olmadığı gibi, engel de çok.

Psikolojik, zihniyet, politik engeller var. Bu engelleri aşmak için İmralı’da iğne ucu ile kuyu kazarcasına bir çabanın, çalışmanın yürütüldüğü anlaşılıyor. Tabi iyimserlik yayılıyor, doğal olarak yeni bir süreç, yeni bir başlangıç yapılmak istendiği için. Bu konuda zaten biliyorsunuz Kürt tarafının bir muğlaklığı yok, bir karşıtlığı yok, bir parçalılığı da yok. Önderliği ile PKK ile demokratik siyaset ile, çok değişik halk kesimleri ile, farklı eğilimleri ile Kürtler çözümde, demokratik siyasi çözümde, bu temelde barışın gelmesinde kararlılar, isteklidirler netler. Ama tabii tüm bunlar tek taraflı olmuyor.

ESİR BIRAKMANIN KOŞULLARI VAR

Sayın Öcalan’dan çağrı geldi. Karşılıklı esirlerden söz etti. Bu aslında iki tarafa çağrıydı ancak, Türk medyasına baktığımızda sadece size yönelik bir çağrıymış gibi yansıtılıyor. Aslında iki tarafaydı? Hangi koşullarda esirleri bırakmaya evet diyebilirsiniz?

İnsani açıdan da, politik açıdan da diyeceğimiz, reddedeceğimiz, katılmayacağımız bir durum yok. Hareket olarak, onun militanları olarak zaten bu zihniyet, bu anlayış ile doluyuz. Zaten eğer dikkat edilirse eğer sorun tutuklamalar ile çözülseydi, biz de AKP’nin yaptığı gibi çok tutuklayabilirdik. Nasıl ki onlar KCK terör örgütüdür, KCK’ye sempati beslemek bile suçtur. Hakkı tutuklamaktır, diyerek sürek avı yürütüyorlarsa yaklaşık dört yıldır, biz de onun karşılığını söyleyebilirdik, TC devletinin görevlisi olmak soykırım suçu işlemektir, bunun yöneticisi olarak AKP’li olmak bu suçun yürütücüsü olmaktır, o halde bunun hakkı tutuklamaktır diyerek yüzlerce insanı tutuklayabilirdik. Buna gücümüz de vardı, fakat yapmadık. Aslında bir uyarı idi bizimkiler sadece bir karşıtlığının gösterilmesi idi. Bununla sınırlı kaldık.

Serbest bırakma hangi koşullarda olur; bir boyutu süreçle bağlantılı olur. Önder Apo’nun geliştirmeye çalıştığı demokratik süreç ilerlerse, bu ortamı yumuşatırsa iyi niyet yaklaşımları olarak karşılıklı bu tür adımlar gündeme gelebilir. İkincisi, arabulucular olur, karşılıklı görüşmeler olursa böyle bir durum yine gelişebilir. Bizim insanları uzun tutma, çok tutma, tutuklu yapma gibi bir niyetimizin yaklaşımımızın olmadığı açık. Uyarı olarak bunu yaptık. Mevcut tutuklular da semboliktirler aslında. Yani tutuklamanın sadece kendilerinin yetkisinde olmadığını göstermek istiyoruz. Bu bakımdan mevcut olanları da çok tutalım, suçludurlar, bizim esirlerimiz olsunlar dediğimiz yoktur. Ama karşılığı var bunun.

Bu kadar siyasi soykırım operasyonu sürerken, KCK operasyonu adı altında binlerce insan sorgusuz sualsiz yıllarca bu biçimde tutulurken, hangi barıştan hangi demokratik çözümden, hangi demokratik siyasetin işlerliğinden söz edebiliriz? Eğer gerçekten bir yumuşama, demokratik siyasete işlerlik kazandırılacaksa bu, demokratik siyasetin özgürlüğü ortamında olur. Demokratik siyasete özgürlük olsa, binlerce KCK ya da BDP’li olarak insanlar tutuklanmış olmaz, bırakılır. Deniliyor ki, silah sussun, siyaset konuşsun. Siyaseti konuşturmayan AKP oldu. Bunların gündeme getirilmesi lazım.

TEK TARAFLI OLMAZ

Önder Apo’nun çağrısını da tek yanlı anlamadık. Karşılıklı olmasını temenni ettiğini anladık. Öyle bir arayış gelişirse biz kapalı değiliz, açığız. Tek taraflı olarak da kimse bizden bunları beklemesin. Geçmişte yaptık bunları, çeşitli çevreler araya girdiler kıramadık. Aileler araya girdi, kıramadık. Biz insani bir hareketiz. O insanlarla çok sorunumuz yok, o insanları o duruma getiren siyasetle sorunumuz var. O nedenle mevcut insanlara da öyle yaklaşıyoruz. Zorda olma durumları yok. Bizden yana onları zorlayıcı bir yaklaşım yok. Eğer Hükümet saldırılarıyla onları da hedeflemezse, aileleri müsterih olabilir. Ama tabii iş artık siyasidir. Madem siyasi çözüm isteniyor, bu siyasi mücadele demektir. Bu siyaset de karşılıklıdır, tek yanlı olmaz.

Pervin Buldan açıklama yaptı. İki tarafa çağrısı var dedi. Medyanın bir tarafı tümden yok sayması, manipüle etmesi, olduğu gibi sizi işaret etmesi bu dil çözüme hizmet eder mi?

Önder Apo’nun medyaya da çağrısı vardı. Pervin Buldan önce o çağrıyı belirtti. Mesaj önemliydi, anlamlıydı. Biraz da bana göre imalıydı. Çok çalışıyor, emek harcıyorsunuz dedi ama biraz da yanlış yapıyorsunuz demeye geldi. Bunu uygun bir üslupla söyledi bu benim yorumum tabii. Medya gerçekten olumlu rol oynamıyor. Tarafgir yaklaşıyor. Oysa demokratikleşme basın özgürlüğüyle etle tırnak gibi iç içedir. Kürt sorunu gibi çok insani çok haklı bir sorun, basın özgürlüğü ile bütün özgürlüklerle iç içedir. Ulusal özgürlük, dil özgürlüğü olmadan ifade özgürlüğü olur mu basın özgürlüğü olur mu? Bu medya kendi özgürlüğüne kendi kimliğine ters düşüyor. Onun sonucunda Buldan’ın sözlerini böyle yorumluyor. Taraf, kuruluşları böyle. Biraz tarafsızlığa doğru geldiler mi uyarı alıyorlar Hükümet’ten. Hiçbir diktatörlükte bile böyle baskı yok. Hemen toplantıya çağrılıyorlar ya tehdit ediliyor ya çeşitli tavizlerle satın alınmaya çalışıyorlar. Ondan sonra da tümüyle Hükümetin politikaları doğrultusunda yayın yapıyorlar. Toplumun sesi, toplumun vicdanı, özgürlüğün haklılığın temsilcisi değil de egemen siyasetin sözcülüğü gibi hareket ediyorlar. Bu medyanın Türkiye toplumundaki milliyetçi-şoven zehirlenmede sorumluluğu vardır. Sinop’ta, Samsun’da, Hatay’da olanlardan AKP-CHP-MHP sorumlu olduğu kadar medya da sorumlu. Hatta belki daha fazla sorumludur. Çünkü topluma ulaşan, insanların duyularına, duygularına hitap eden medyadır. Medyanın tarafgir yaklaşımının Türkiye toplumundaki karşılığı da bu histerik, ırkçı yaklaşımlardır.

AKP KENDİNİ BİR KEZ DAHA DENEDİ AMA BAŞARAMADI

Bir yıl öncesine kadar entegre stratejisi, Srilanka modeli size karşı başka konseptlerden söz ediliyordu. Ne oldu da AKP hükümeti böyle bir süreç başlatma ihtiyacı hissetti?

Kendini bir kere daha denedi. Kendinden önceki hükümetlerin uygulayıp da başarılı olamadığı yöntemlerle PKK’ye, Kürt direnişine karşı saldırı yürütmede kendini denedi. Özellikle 12 Haziran 2011 seçim sonuçlarını bu temelde yorumladı. Bir güçlülük yeniden kazanma anlayışıyla ele aldı. Aslında AKP yöneticilerinin böyle bir yaklaşımı yoktu. İyi hatırlıyorum, iyi de izledim. 12 Haziran seçim sonrasındaki Başbakan’ın diğer AKP yöneticilerinin tutumunu. Bu noktada yine medyanın rolü oldu. Bazıları, kusura bakmasınlar ama yardakçı diyeceğim-, o tür çevreler o kadar abarttılar o kadar şişirdiler ki; şöyle kazandınız. Üçüncü defa iktidar oluyor, yüzde 50’ye yakın oy aldı. Oysaki AKP İktidarı 12 Haziran seçimlerini kazanamadı. Seçimler öncesinde meclisteki milletvekili sayısı daha fazlaydı. Onu tek başına en azından anayasa değişikliğini halk oylamasına götürecek çoğunluğu istiyordu. Mümkünse tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşmak istiyordu. Hedefi buydu. Tamam yüzde 50’ye yakın oy aldı ama Meclis grubu zayıfladı, azaldı. Bunu iyi hissetti Başbakan diğerleri. Ama çevre o kadar pohpohladı ki artık geri adım atamaz duruma düştü. Öyle olsa diğerlerini kaybedecek uzaklaştıracaktı. Böylece biraz da manipüle edildi, itildi AKP bir politika içerisine. Tekrar işte ben silahla şiddetle PKK’yi ezerim tasfiye ederim, gerillayı ezerim, marjinalleştiririm, İmralı’da tecrit uygularsam, Demokratik siyaset alanında soykırım operasyonlarını çok daha yaygınlaştırırsam, zindanlar üzerinde baskı uygularsam, Amerika ile çok daha fazla işbirliği yapar, Suriye üzerinde de işbirliğine ulaşır, gerekli teknik ve ekonomik siyasi desteği alarak tüm askeri imkanları harekete geçirirsem, tekniğe dayalı keşif istihbarata dayalı, biraz da özel eğitilmiş paralı güce dayalı operasyonlarla daha önceki hükümetlerin şiddetle savaş yoluyla PKK’yi, özgürlük hareketini marjinal kılma veya imha ve tasfiye etme planı yapıp da başaramadıklarını ben yapabilirim, onların gerçekleştiremediklerini ben gerçekleştirebilirim hesabı yaptı. Böyle bir hesapla yöneldi. Sadece PKK’ye yönelmedi 12 Haziran seçimlerinden sonra. Bütün siyasete yöneldi. MHP, CHP’ye, BDP’ye yöneldi. Seçilmiş milletvekillerini cezaevinden bıraktırmadı. Muhalefetin sesini kesmek için siyasi iradelerini kırmayı hedefleyen bir sürü baskı uyguladı. Uygulanan bir tür siyasi terördü. PKK’ye düşen de imha ve tasfiye amaçlı topyekûn özel savaş konsepti temelindeki saldırılar oldu. Bunu bütün boyutlarıyla yaptı. Özel savaşı bütün boyutlarıyla yürüttü, psikolojik savaş başta olmak üzere tüm medyayı harekete geçirdi. Liberalleri etkiledi, yanılttı. PKK başlattı, PKK savaş ilan etti, Silvan olayı bunun başlangıcı diyerek yanılttı etkisi altına aldı. Böyle bir saldırıyı destekler hale getirdi. Bu temelde ekonomik, siyasi, kültürel, ideolojik, psikolojik, diplomatik ve askeri alanlarda bir imha ve tasfiye hareketi yürüttü. 2011’de, Önder Apo ile görüşmeme durumu 1.5 yılı aşıyor. Avukatları tutuklattı, bürolarını bastırttı, kitaplarını yasaklattı. Önder Apo’ya ilişkin ne varsa her şeyi yasak ilan etti, medyada da karalama kampanyası başlattı. Bu, Önderliğimize dönük saldırıydı. Gerillaya dönük geçmişte hükümetlerin ABD’nin yürüttüğü savaşta edindikleri tecrübenin hepsini gözden geçirerek topyekun kullandı. AKP’nin yürüttüğü savaş, kendinden önceki hükümetlerin hepsinden daha fazla daha boyutluydu, psikolojik boyutu, yine teknik boyutu çok daha fazlaydı. Yani elinden gelen her şeyi yaptı. Umutlanmıştı. AKP’ye sen yaparsın dediler o da başarırım sandı. Başarılı olamadı. Görüşmeler, bütün bu planın başarılı olmaması sonucunda ortaya çıkıyor. AKP o saldırıları yürüttükçe gördü ki, bırak tasfiyeyi gerilla büyüyor. Gerillaya katılım artıyor. Gerillanın öfkesi, vuruş gücü artıyor. PKK’nin kitle desteği artıyor. Uluslar arası desteği artıyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin desteği artıyor. PKK büyüyor. 12 Haziran seçimlerinden sonra gelişen direnişle PKK kendisini ikiye katladı. Her bakımdan gelişme sağladı. Sonunda bunu görünce o politikanın yanlış olduğunu görüp politika değiştirdiler.

AKP’NİN İNSANCILLAŞTIĞI YOK ÇARESİZDİR

Bazı gazeteciler Sri Lanka modelinden bahsediyordu. Bu konsept tamamen çöktü mü?

Fethullah Gülen’in uğursuz açıklamaları vardı, “vurun kırın” diye. Diğerleri yapamadı ama Srilanka Tamile karşı yaptı dediler. Halbuki Tamil kendi içinde parçalandı. Kendi durumlarından kaybettiler, Srilanka saldırılarından olmadı. Ama yanılttılar. Kendi şoven görüşlerini gerçek yerine koydular. AKP yönetimini yönlendirdiler, buna ne kadar inandılar bilemeyiz ama AKP yönetimi buna alet oldu. PKK’nin tasfiye olacağı yönünde bir konsept oluşturdular. 2011 Temmuz’undan 2012 Ağustosuna kadar bu planla saldırı yürüdü. Yani Tayyip Erdoğan’ın danışmanı, Yalçın Akdoğan’lar Mart’a kadar PKK bitecek diyorlardı.

Kürt direnişi tarafından politikaları başarısız kılındığı yenilgiye uğratıldığı için geçerliliği kalmadı. Başarısız kalınca birçok çevrede hatta Türkiye’nin müttefiklerinde bile artık AKP’nin yaklaşımlarıyla da olmayacağı düşüncesi gelişti. Şimdi Erdoğan zehir de içerim, bütün riskleri üstleneceğim diyor. Ne kadar tutarlı, güven vermiyor, ama şunu anlamak gerekiyor; çaresiz kalmıştır. Başka türlü PKK’ye karşı başarılı bir mücadele yürütemeyeceği noktasına gelmiştir. Yoksa insancıllaştığı yok. Bu kadar kanı kim akıttı, bu kadar çocuk zindanlara konuldu, katledildiler. AKP dönemindeki kadar polis zulmünü hiçbir dönemde görmedik. Kontrgerillanın zulmü oldu. Asker baskısı oldu 12 Eylül döneminde, Çiller döneminde, bu tür şeyler oldu. Ama AKP gerçekten de Türkiye’yi bir polis devleti haline getirdi. Faşist, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, emekçi düşmanı bir polis ortaya çıkardı. Bu polis yıllardır Kürt halkının üzerinde olabilecek en ağır işkenceyi uyguluyor. Bütün bunlar AKP yönetimi altında oldu. Şunu söyleyebilir insan; 2002’de iktidara geldiğinde gerçekten AKP’nin eli kanlı değildi. Necmettin Erbakan yönetimi altında bugünkü AKP’liler hep kenardaydılar. Biraz da savaş rantçısıydılar. Herkes savaşa girdi, gücünü savaşta harcadı, kendisini tüketti. AKP buna girmeyerek palazlandı. Boşluk olunca da fırsat bildi, iktidara geldi. Ama geçen 10 yıl içinde değişti, eli kanlıdır.

AKP SADECE KELİME OLARAK ‘ÇÖZÜM’ DİYOR

Bir yandan da operasyonlar sürüyor…

AKP’nin yaklaşımı çözüm yaklaşımı değil, sadece kelime olarak ‘çözüm’ diyor. Yani neyi çözecek? PKK’yi mi çözecek, İmralı’yı mı çözecek. Yoksa Kürt sorununu mu çözecek, faşist milliyetçi histeriyi mi çözecek, o belli değil. Ciddi bir çözüm yaklaşımı yok. Söyleminde ve eyleminde bir tutarlılık yok. Söylemi de kupkuru, açık değil, muğlak. Çözümden söz ediyor umut vermeye çalışıyor. Mücadelci ortamı kırmaya çalışıyor. Baktılar ki 2011 seçimlerinden sonra kendileri geriliyor. PKK ve demokratik güçler gelişiyor. Şimdi bunu değiştirmek istiyorlar. Ortamı yumuşatarak yumuşatıcı sözler söyleyerek o ortamdan yararlanıp oy oranlarını, siyasi etkilerini artırmaya çalışıyorlar. AKP yaklaşımında oy yaklaşımı, politik yatırım çok önde. Mesela Mardin’i büyükşehir yapmış orayı almak için bizzat Tayyip Erdoğan neredeyse Mardin Valisi haline gelecek. Benzer pilot bölgeler seçmişler. Hepsini seçim için yapıyor, seçimi kazanmak için ona uygun bir zemin yaratmak istiyor diyenler var. Bu görüş yanlış değil. Tam yeterli olmayabilir, amacı tümden bu denilmeyebilir. Ama bir boyutu seçimi kazanmak için ortamı yumuşatmak oluyor. Ama tek o değildir. Kürt halkını, mücadele gücünü yumuşatmaya çalışıyor. Ama kendi vurma güçlerini hazır tutuyor. Burada akıl alır bir şey. Geri çekilme diyor. “Giderlerse onlara bir şey demeyeceğim” diyor. Gitmezlerse de bir şey diyemiyorsun zaten! Lütuf mudur bu? Gidin dediği yerleri bombalıyor, giderken de bombalıyor. Bir şey demem diyor ama, Paris’i de vuruyor. Ne yapacağı belli değil, tutarlı değil. Sorun çarpıtılıyor, sorun açık ortaya konmuyor. Sorun Kürtlerden kaynaklıymış gibi ortaya konuluyor. Kürtler bölücü ilan edildi şimdiye kadar. Bölücünün kim olduğu, ayrılıkçının, saldırganın kim olduğunu Sinop’ta Samsun’da Hatay’da gördük. Hangi partilerin, hangi toplumların birbirine düşmanlık oluşturmada ne duruma geldiklerini görüyoruz. Herhalde Sinop’taki durumu PKK yaratmadı. AKP siyaseti, MHP, CHP siyaseti yarattı. Kürtleri inkar eden onun arka planındaki psikolojik savaş yarattı. Öyle yaptılar ki insanları tam bir histerik ırkçı duruma getirdiler. Kürt gençlerine savaşır kılabilmek için. Sorun Kürtlerden kaynaklanmıyor. PKK gitsin sorun çözülsün deniyor. PKK sorun falan değil. PKK bir sorunun ortaya çıkardığı bir güç ve bir çözüm gücü. Soruna çözüm arıyor. Sen çöz, PKK mevcut PKK olmaktan çıkar. Çözmezsen ne yaparsan yap PKK’yi değiştiremezsin. Yok edemezsin. PKK Kürdün iradesidir. Saldırılar, soykırımlar katliamlar karşısında varlık duruşudur. Kimliğidir. Direnme gücüdür. Nasıl yok edeceksin? Kürt sorunu var olursa onun karşılığı olarak PKK her zaman var olur. Bu konumda var olur.

TÜRK ORDUSU KÜRDİSTAN’DAN GÜCÜNÜ ÇEKECEK Mİ?

Hala deniyor ki gerilla geri çekilecek mi, PKK silah bırakacak mı, ateşkes olacak mı? Bu tartışmaları zaman kaybı olarak görüyor musunuz?

Evet, hem zaman kaybı hem de yanlış görüyoruz. Ben öyle söyleyenlere şu tavsiyelerde bulunabilirim; bir de şöyle desinler, acaba bu Türk ordusu Kürdistan’daki gücünün yüzde doksanını geri çekecek mi? Türk devlet polisi Kürdistan’dan gidecek mi? AKP Kürdistan’daki yönetimi Kürtlere bırakacak mı? Kürtler kendi seçimlerini yapacak hala gelecek mi? Eğer sorun çözülecekse böyle olacak. AKP yapacak, devlet yapacak. PKK’nin yapabileceği şeyler sınırlıdır. Ve PKK sorunu açığa çıkartıp çözümü dayatmakla mükelleftir. Çözüm üretecek güç devletir, hükümettir. Çözüm onların yaklaşımlarıyla olacak. Onlar çözümü geliştirirlerse ben şu güvenceyi verebilirim PKK adına, -bu PKK’nin genel görüşüdür-, PKK Kürt sorununun çözümünde ve Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde asla engel değildir, olmayacaktır. Hiçbir zaman çözüm adımları gelişsin bizimle olsun demiyoruz, PKK’nin yöneticilerinin öyle Türkiye’yi veya Kürt toplumunu yönetme tutkuları yoktur. Bunu söyleyenler yanılıyorlar. Ama Kürt sorununu çözmede de sonuna kadar kararlılar. Kürt özgürlüğü sağlanana kadar da sonuna kadar kararlıdırlar, dirençlidirler. Bunu da herkes böyle bilsin.

KÜRTLER İÇİNDE SEÇİM YAPALIM

Kürtler bu çözümü kabul ederlerse PKK onun önünde de engel değildir. Bırakılım Kürt iradesi ortaya çıksın. Kürtlerin içinde seçim yapalım, tabii PKK de görüşlerini söyleyebilsin, toplum neye karar verirse biz ona da razıyız. PKK yani elbette ki çözüm gelişirse, çözümün durumuna göre kendi durumunu değiştirebilir de. Değiştirecektir de. Buna da açık bir sürü değişim yaşadı zaten. PKK’yi böyle gösteren anlayış, soykırımın etkisi altında kalan anlayış oluyor. Bu konuda Kürtler bence kendilerini daha iyi eğitmeliler. Kimlik, bakış açısı, yani soykırımın bütün boyutlarını görmeliler, asimilasyonun boyutlarını, özelliklerini görmeliler. Asimilasyona çok yönlü karşı çıkmalılar. Bu konuda darlık var Kürtlerde. Eleştiriyorum. Asimilasyonu sadece dil olarak algılıyorlar, Kürtlüğü de sadece Kürtçe konuşmak olarak sanıyorlar. Bence tabii dil çok önemli toplum varlığı açısından. Ama her şey değildir. Dilden daha önemli olan unsurlar da vardır. Zihniyet örneğin. Özgür zihniyet, bağımsız zihniyet, kendi zihniyetinin olması çok önemli.

tarafından

Tutsak değişimi ya da bırakılması üzerine birkaç söz

Tutsak değişimi ya da bırakılması üzerine birkaç söz

esir-politikaları

Abdullah Öcalan,Devlet ve Bariş

İbrahim Yaylalı*

Ben böylesi bir haraket daha görmedim.İnanın bana iki sene üç ay PKK’nin elinde tutsak kalmış birisi olarak söylüyorum.

Ben yaralı ellerine geçmem ile başlayan tutsaklık sürecim bitinceye kadar,yemiyor yediiriylorlario soğuklarda giymeyip giydiriyorlardı. İnanın en ufak yaşamımız ile sıkıntı gelebileceklerini duydukları an ö bölgeden uzaklaştırılıyorduk.

Tabii diyeceksiniz yaşamımızı kim tehtid ediyordu.Bunu bir çok kez söyledim yine söylüyorum.Devlet bile bile bulunduğumuz yerleri sürekli bombalıyordu.

Hele hele devlet yetkililerinin açıklamaları, bizi öldürmek için kullandıkları bombalardan daha berbattı.

Devlet PKK nin eline geçen mensuplarını her fırsatta yerdi ve sürekli aşağıladı.Bu bizim dönemimizde de böyle idi.Ondan sonraki tüm esir alınma olaylarında da aynı idi.

Devlet kendi verdiği esirlere bile böyle yaklaşırken,karşı tarafın esirlerine nasıl yaklaşacağını tahmin edebilirsiniz. Tahmin etmenin dışında daha çok yeni bir deneyimimiz elimizde mevcuttur. TC ‘nin elinde ki Kürt tutsaklar,Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecrit politikalarını protesto etmek için,vucutlarını ölüme yatırdılar.Ta ki Abdullah Öcalan’ın müdahale etmesiyle bu kendini ölüme yatırma eylemi sona erdirildi.

Ölümlerin bu şekilde önüne geçilebildi.Hapishanelerdeki grev sona erdiğinde bir kere daha devlet yüzünü göstermekten çekinmedi.Her tarafta tutsaklara saldırdı.Açlık grevinden kaynaklı tedaviye ihtiyacı olan tutsakları adeta ölüme terk etti.Geçmişte yaşananları ise ne anmakla ne saymakla bitiremeyiz.

Karşımızda böylesi bir aygıt var,savaş sürsün,kendi çıkarları yürüsünde, ister kendi tutsakları olsun,ister karşı tarafın tutsakları olsun,başlarına ne gelirse gelsin,bu sistem başından evvel tutsak/esir hukukunu hep görmezden geldi.Genel olarak yürüyen savaşlarda,zaman içerisinde belli ilkelerde uzlaşılmış ve yürüyen bir savaş hukukunu oluşturmayı başarabilmişler.Bügün Türkiye’nin olduğu gibi bu ilkeleri bazen koyanlar bile çiğnemiş, yine de belli ilkelere riayet edilmiştir.Bu tavrı Türkiye hiçbir dönemde gösterememiştir.En azından burada yürüyen savaş açısından bunu döyle söyleyebiliriz.

Bu gunlerde PKK’nin elindeki tutsakları bırakmasi gerektiği ile ilgili gündem, bir kere daha kamoyunun önünde tartışılmaya başlanmıştır.Bu sefer Öcalan’ın içeriden mesajlarına dayanarak böylesi bir gündem oluşmuştur.

Öcalan’ın tavrı ise bu durum yani tutsaklara davranış noktasında nettir.Var olan Cenevre sözleşmesinin ilgili düzenlemeleri olduğu gibi kabul edilirken,alınan hiçbir tutsağa düşman muamelesi göstermemiştir.Hatta kamuoyunda sistemin PKK ile ilgili anti propagandasına karşın,Öcalan misafirlerimiz bizim barış elçilerimizdir demiştir.Yani karşı tarafın algısını iyi bilen Öcalan sadece burada yaşadıklarınızı gittiğiniz her yere götürün,savaşı durdurmada yanlış algıların giderilmesini çok iyi biliyordu.Aldıkları tutsakları dostları,misafirleri,hatta gördünüz en son barış elçisi ile de ,tutsak alınan kişilerin hareketin gerçek kimliğini diğer kesime aktaracak insanlar olarak görüyor.

Tüm bu değerlendirmeleri yapan kişi olan Öcalan, şu an tam bir düşman hukukunun işletildiği bir tecrit içerisinde yıllardır İmralı adasında tutuluyor. Buna rağmen savaş tutsaklarıyla ilgili tavrını aynı şekilde korumuştur.

Savaş tutsaklarının bırakılması ilgili istek yine PKK’ye karşı yapılıyor,yine bu diyalektik tek başına işletilmeye çalışılıyor,bu doğru bir tavır ya da yöntem değildir.Savaşlarda tutsak almanın mantığı bir duruma dikkatin çekilmesi amacını taşır.Bizim bu coğrafya da ise Kürdistan’a apansız saldırıya dikkat çekmek için bu yapılmıştı,ya da yapılıyor ve de süreç barış ile taçlanmasa yapılmaya devam edecek.bir taraftan sen bin adım beri gel diyorsun bunu da herkes görüp bilince çıkarsın diyorsun,TC olarak sen ise daha önce yaptığın futursuz KCK saldırılarından sonra politik tutsakları gizli gizli bırakmayı adım olarak bize dayatıyorsun,Bu sürece dahil olan tüm aydın ve diğer çevreler mutlaka devletinde bu süreçte adım atmasını sağlamalıdır ve Türkiye kesiminin bu adımları algılatılması sağlanmalıdır.

Karadeniz saldırısını bir kere daha okuyun oluşturulan bu ön yargıların payını hesaplayın ve bunda bu hükümetin payı mutlaka ortaya çıkacaktır.Öyle şey yok bir taraftan kürt halkına karşı her kesimi kışkırtacaksın sonra da barış adına sadece sen adım at diyeceksin.Bu durumu bu şekliyle asla kimsenin kabul etmemesi gerekir.

Sayın Öcalan’ın da dahil olduğu tüm siyasi tutsaklar ile ilgili toplumunda algısını değiştirecek değişikliklere hükümetin bir an önce gitmesi gerekir.Tutsakların bırakılması barışın kurumsallaşmasını gerektirecek bir durumda yapılması en doğru adım olacaktır.

Dağda şu an tutsak olan kişilerinin gözü yaşlı yakınlarını anlıyorum.Bir an önce çocuklarına kavuşmak istiyorlar.Fakat bir daha gözü yaşlı anne istemiyorsak,bunun düzenlemelerini toplumsal sekilde yaptıktan sonra,toplumsal barışa katkı sunmak için biraz daha fedekarlığa katlanmaları gerekecektir.Yoksa sizden öncede gözü yaşlı anneler vardı,bugün siz varsınız,bu sorunu kökünden halletmesek sizden sonra da anneler olacak gözyaşları olan…

PKK’nin aldığı savaş esirlerinin bırakılma isteğine karşı aynı şekilde bu istek TC nin elinde politik tutsakların ki içerisine sayın Öcalan da dahildir geliştiğinde ve bu durumu genel olarak bu toplumun içselleştirdiği dönemde, ancak barışı tartışır duruma geleceğiz.

Böylesi bir durumun ya da konjektürün önünde ki engel hiçbir zaman engel PKK olmamıştır.Her dönem iyi bilinir ki bunun engelleyicisi devlet ve hükümetler olmuştur.Bu sefer öyle yok,taşın altına artık hükümet elini koymalı ve yüzyıldır yalanlarıyla savaşın bir parçası haline getirdiği Türkiye kesimini,barışın tarafı haline getirmek için çaba sarf etmelidir.

Yoksa müzakere deyip deyip,operasyonları tüm hızıyla sürdürmek ile barış bu coğrafyaya gelmez.PKK nin elindeki savaş esirlerinin bırakılmasını isteyenler ne zaman TC nin elinde tutsak olan Öcalan içinde aynısını istemeye başlayacak o zaman barış gelecektir.

* 94-96 sonuna kadar PKK nin elinde esir kalmış asker

tarafından

Bırakın herkes sevdiğine kavuşsun’

esirasker

“Bırakın herkes sevdiğine kavuşsun'”

Herkes artık sevdiğine, özlediğine kavuşsun. İnşallah süreç devam eder.

BDP heyetinin İmralı ile yaptığı görüşme sonrasındaki, PKK’nın elindeki askerleri serbest bırakması yönündeki açıklamalar ailelere umut oldu.

PKK’nın kaçırdığı isimlerden olan polis memuru Nadir Özgen’in annesi Müşerref Özgen, Türkiye’ye barışın geleceğine inandığını söyleyerek, “Nadir benim nazlı bebeğimdi. Bir an önce ona sarılmayı bekliyorum. Barışı hep istedim. Allah’tan ekmek ister gibi barışı istedim” dedi. 62 yaşındaki Özgen, açıklamaları televizyondan izlediğinde çok sevindiğini belirtti, umudunu şu sözlerle paylaştı:

“Sanki üzerimden bir dağ kalktı. Çok sevindik. Bir an önce çocuğuma kavuşmayı bekliyorum. O benim nazlı bebeğimdi. 18 ay oldu, yeter artık kavuşalım. Barış olsun, analar ağlamasın. Ortalık düzelsin. Çocuklarımız üzülmesin, biz üzülmeyelim. Bu sorun bitsin artık. Ben barışın geleceğine inanıyorum. Ben her gün Allah’tan ekmek ister gibi rızkımı ister gibi barışı diliyor ve istiyorum. Barış olsun çocuğum gelsin.”

10 Eylül’de Van’ın Çatak ilçesinden PKK’lılar tarafından kaçırılan Nadir Özgen’İn babası Hidayet Özgen ise, duygularını şöyle anlattı: “Çok sevindik. 18 aydır neler çektiğimizi kimse bilemez. Üzüldük, ağladık. Oğlum ne yiyor, ne içiyor sağlığı yerinde mi… Geceleri gözümüze uyku girmiyor. Annesi sürekli gözü yaşlı bekliyor. İnşallah bırakıldılar haberini bize verirsiniz. Yeter artık artık anneler ağlamasın. Artık herkes sevdiğine, özlediğine kavuşsun. Bu barış süreci çok iyi oldu, olacak inşallah hep böyle sürer.”

Kaçırılanlar arasındaki kaymakam adayı Kenan Erenoğlu’nun ablası ise twiter hesabından “İnşallah bırakılır ve bu sevindirici haberi anneme veririm” diye yazdı. (Taraf)

tarafından

PKK elindeki esirleri bırakacak mı ?

esirasker

PKK elindeki 16 kişiyi bırakacak mı?

Öcalan, PKK’nin elinde bulunan 16 kişinin serbest bırakılmasını istedi…
25 Şubat 2013 Pazartesi 10:05

PKK’nin elindeki tutsakların 10 gün içinde ailelerine kavuşması planlanırken, bu süre sonunda İmralı ile görüşmelerin aynı heyet ile devam edeceği iddia edildi.

BDP’li Sırrı Süreyya Önder, Pervin Buldan ve Altan Tan önceki gün İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile dört saat görüştü. Görüşmelerin son derece olumlu gittiğini, sürecin çok olumlu geçtiğini ifade eden Öcalan, BDP’li vekillere, basına yansıyan “çatışmasızlık” konusunda herhangi bir telkinde bulunmadı. Ancak, ilk adımı PKK’nin atması konusunda görüş bildirdi. Öcalan ayrıca PKK’nin elinde bulundurduğu 16 kişinin serbest bırakılmasını istedi. Bu kişilerin serbest bırakılmasından sonra devletten gelecek adımın bekleneceği belirtildi. Öcalan’ın esirlerin serbest bırakılmasına ilişkin mesajının ardından PKK’nin harekete geçtiği, tutukluların serbest bırakılması için hazırlık yapıldığı öğrenildi.

Arzu Yıldız’ın Taraf gazetesindeki haberine göre, Öcalan, 4. Yargı Paketi’ne ilişkin olarak, tutuklu bulunan KCK sanıklarına yönelik devletin atacağı adımın da önemli olduğunun altını çizdi. Barışı görmek istediğini dile getiren Öcalan, Kürt cephesinin, tutuklu KCK sanıklarına yönelik devlet adımından sonra belirleneceğini ifade etti. Tutuklular konusundaki ilk çağrı ise BDP’li siyasetçiler aracılığıyla Kandil’e iletilecek. Söz konusu çağrı basınla da paylaşılacak. PKK’nin elindeki tutukluların 10 gün içinde ailelerine kavuşması planlanırken, bu süre sonunda İmralı ile görüşmeler aynı heyet ile devam edecek. Üçlü, yeniden İmralı’ya gidecek.

Heyetin görüşmesinde “çatışmasızlık” konusu net bir şekilde dile getirilmedi. Bu konunun süreç içerisinde değerlendirileceği ifade edildi.

MİT YETKİLİLERİ BURSA’DAN GELDİ

BDP’li vekillerin Öcalan ile görüşmesine bir MİT temsilcisi de katıldı. MİT’in görevlendirdiği iki kişi adaya BDP’li milletvekilleriyle birlikte gitmedi. İmralı adasına ulaşan BDP’liler, bir süre MİT yetkililerinin adaya ulaşmasını bekledi. Bursa‘dan gelen iki MİT görevlisinin gelmesiyle birlikte Abdullah Öcalan’la görüşme başladı. Yemekli görüşmeye iki MİT görevlisinden yalnızca biri katıldı

MEKTUP KONUSUNDA AÇIKLAMA YOK

Öcalan tarafından heyete üç mektup verileceği iddiaları konusunda ise, BDP’li yetkililer bir açıklama yapmadı. Ancak Öcalan’ın BDP eşbaşkanlara yönelik mesajlarını adaya giden heyet not aldı. Öcalan, öncelikli olarak bu mesajların eş başkanlara iletilmesini istedi. Mesajların iletilmesinin ardından kamuoyuna açıklanıp açıklanmayacağı hususunu ise BDP eşbaşkanlarına bıraktı. Öcalan görüşmede, BDP’li siyasetçilerin, kanaat önderlerinin ve belediyelerin provokasyonlara dikkat etmesi konusunda uyarılarda bulundu. Duyarlılık çağrısında bulundu.

HEDİYELER GÖREVLİLERE TESLİM

Pervin Buldan’ın Öcalan’a aldığı tesbih ve kalem ile Sırrı Süreyya Önder tarafından götürülen Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun 1400 sayfalık raporu, İmralı’daki cezaevi yetkililerine teslim edildi. BDP’li vekiller, Öcalan ile daha önce yetkililer tarafından hazırlanan odada biraraya geldiler, Öcalan’ın kaldığı odayı görmediler.

‘SAĞLIK DURUMU İYİ’

Görüşmelerde sadece siyaset konuşulmadı. Öcalan’a kısa süre önce gelen televizyon ve diğer güncel konular adadaki görüşmelerde dile geldi. Bu konuşmalarda esprilerin yapıldığı, keyifli bir sohbet gerçekleştiği de belirtildi. Görüşmelerle ilgili olarak BDP’li Altan Tan, “Öcalan’ın sağlık durumu gayet iyi. Görüşme kendi adıma da verimli ve olumlu geçti” açıklamasını yaptı. Pervin Buldan ise “Adadaki görüşmeler konusunda dönünce eşbaşkanlarımızı bilgilendirdik. Siyasetin dışındaki sohbetlerden, diğer tüm detaylara kadar onlara aktardık. Bugün eşbaşkanlarımız bir açıklama yapacak” dedi. Öcalan ile görüşen üç BDP’li vekil, adadan döndükten sonra cep telefonlarını kapattılar. Bugün saat 10:00’da yapılacak olan toplantı sonrası BDP eşbaşkanları görüşmeye ilişkin detayları basın mensuplarıyla paylaşacak.

Öcalan ile İmralı’da başlayan çözüm sürecine yönelik hükümet kaynakları ise, İmralı’daki müzakerelerin devam edeceğini, sürecin adım adım işleyeceğini, her adımda BDP heyetinin İmralı’ya gönderileceğini bildirdi.

‘BARIŞA VE ÇÖZÜME KİLİTLENMEK LAZIM’

Abdullah Öcalan’ın BDP’li heyete verdiği “duyarlılık” mesajı konusunda Taraf‘a konuşan AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, şunları söyledi: “Barışın dilini, hukukunu, üslubunu oluşturmak lazım. Siyaseten birbirine laf sokmak, bu süreçten rant hesabı yapmak sürece zarar verir. Barışa ve çözüme kilitlenmek, buna uygun hareket etmek lazım. Bu anlamda Öcalan’ın çağrısı olumlu. Aynı zamanda halkın barışa olan inancını pekiştirir. Muhalefet hâlâ ciddi bir şekilde barışın gerçekleşmemesi için aleyhte bir dil kullanıyor. Bu da halkta kuşku yaratıyor, yaratmaya çalışılıyor. Sürecin seri bir şekilde işlemesi, karşılıklı atılan adımlar kuşkuları ortadan kaldıracaktır. Muhalefetin halk adına siyaset yapması gerekir. Süreç beklenildiği gibi ilerlerse, bu da muhalefetin son çırpınışları olur.”

tarafından

Demirtaş: ‘Esir askerler için devreye girmeye hazırız’

Demirtaş: ‘Esir askerler için devreye girmeye hazırız’
ANF13:34 / 08 Auğustos 2012
Amed – BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, HPG tarafından gözaltına alınan askerlerin serbest bırakılması için ailelerin talep etmesi halinde devreye girmeye hazır olduklarını söyledi. Demirtaş, Öcalan üzerinde bir yıldan fazla uygulanan tecridin kaldırılması halinde çatışmaların durabileceğini ifade etti.

BBC Türkçe servisine açıklamalarda bulunan Demirtaş, PKK’nin kendi kararlarını alıp uygulayan ve silahlı muhalefet yönetimini seçmiş bir hareket olduğunu belirterek, PKK’nin yürüttüğü hiçbir askeri hamlenin BDP ile ilişkisinin olamayacağını söyledi.

PKK’nin yürüttüğü bütün faaliyetlerin BDP’nin tabanını doğrudan etkilediğini kaydeden Demirtaş, “Biz tabii ki siyasetimizi oluştururken bütün bu gelişmeleri dikkate alıyoruz. Fakat dediğim gibi PKK’nin askeri açıdan bir şehri, bir yerleşim birimini kontrol altında tutma, uzun süreli ele geçirme şeklinde bir taktiğinin olabileceğini düşünmüyorum. PKK siyasi çözüm yaratmak için askeri olarak gücünü ispatlama şeklinde bir yaklaşıma sahip olabilir” dedi.

Çatışmalarda ölen askerlerin hepsinin Anadolu’nun emekçi çocukları olduğunu kaydeden Demirtaş, “Büyük bir kısmı en azından bu şekildedir ve bu aileler aslında bizim ailelerimizdir. Türk veya Kürt, bizim ailelerimizdir. Dolayısıyla onların acısı bizim acımızdır. Biz hep böyle gördük. Ben bütün konuşmalarımda ailelere başsağlığı da diliyorum. Acılarını paylaştığımızı da ifade ediyorum. Yan yana gelmekten, taziyelerini ziyaret etmekten de hiçbir zaman gocunmayız. Bunun koşulları olsa, provokasyona veya kışkırtmalara mahal verilmeyeceğine inansak taziyelerine gider, ailelerin acılarını da paylaşırız çünkü biliyoruz ki aileler bu savaşı istemiyor” şeklinde konuştu.

Taziyelere gitmelerinin kendileri için önemli ve anlamlı olduğunu belirten Demirtaş şunları söyledi: “Asıl büyük değişim, sürece katlı sunacak şey, Başbakan’ın bir gerilla taziyesine katılması, bir gerilla ailesinin acısını paylaşmasıdır. Telefonla da olsa, yüz yüze dolsa bugüne kadar hiçbir hükümet yetkilisi taziyelerini bildirmemiş, acılarını paylaşmamıştır. Aileler Kürt düşmanı değil, Kürt hareketinin düşmanı değil. Zorunlu olarak çocukları askere alınıyor ve ailelere hiçbir bilgi verilmiyor. Maalesef çocukları bilmedikleri, niçin savaştıklarını anlamadıkları bir şekilde yaşamını yitiriyor. Dolayısıyla Kürt sorunu asker aileleriyle Kürtler arasındaki bir sorun değildir. PKK’yle asker aileleri arasındaki bir sorun da değildir. Ve bizce asker aileleri bu savaşta aslında taraf da değil. Doğru bilgilendirilseler belki bu savaşa en fazla karşı çıkacak olanlar onlardır. Tabii hepsinde bir korku, kaygı da var. Devlet bu kesimleri üstü kapalı bir şekilde şantajla susturmaya çalışıyor. Kimine maaş ve tazminat şantajı yapılıyor. ‘Sesinizi yükseltirseniz terör örgütünün ekmeğine yağ sürersiniz’ deniyor. ‘Bu, devletin hoşuna gitmez’ gibi telkinlerde bulunuluyor. Medyanın da bunda rolü var. Medya da savaşı pohpohlayan bir çizgiyle yayın yapınca kamuoyu da maalesef sağlıklı bir şekilde bilgilenemiyor. Ama nihayetinde çocuğu askerliğini yapmakta olan ailelerin de sesini yükseltmesi gerekir. Bizim çağrımız aynı zamanda onlaradır. Gidip valiliklere, askerlik şubelerine başvuru yapabilirler. ‘Benim çocuğum şu anda nerede, niye savaşıyor, sağ mı ölü mü, bilmek istiyorum’ demeleri lazım. Çünkü haftalarca, aylarca aileler çocuklarından haber alamıyorlar. Telefonla görüşemiyorlar. O çatışmalar süresince, çok sayıda kayıp yaşanıyor, devlet bunları gizliyor. Önce yaralı olarak veriliyor, intihar etti deniyor. Devlet bir şekilde toplumun baskısını hafifletmek için ölümleri gizliyor ve askerlerle ailelerin temasa geçmesini engellemeye çalışıyor. Savaş da bu yüzden uzayıp gidiyor. O yüzden herkesin sesini yükseltmesi lazım. Türk ve Kürt anaları ele ele vermeli diye çağrı yaptık. Hiçbir siyasetçi anaların bu çağrısının önünde çok fazla duramaz. Çünkü annelerin çağrısı savaşı durdurabilecek etkili bir güçtür. Ben bu yüzden daha çok Türk analarına, çağrı yaptım çünkü Kürt anaları bunu zaten yapıyor, yapmaya da hazırlar he zaman.”

HPG’nin elinde olan askerlerin serbest bırakılması için devreye girmeye hazır olduklarını kaydeden Demirtaş, şöyle konuştu: “Sürekli PKK’nin elinde bulunan askerlerin, polislerin, kim varsa bunların salınması için çağrılar yapıyoruz. Ama girişimde bulunabilmemiz için ailelerin ve hükümetin bu konuda bize destek olması ve bizi harekete geçirmesi lazım. Tek başında BDP’nin çağrıları ve girişimleri sonuç almıyor. Geçmiş deneyimlerimizden bunu biliyoruz. AKP hükümeti bu konuda çok ketum davranıyor. İsrail bile askerlerinin mezarları için yüzlerce Filistinli esiri serbest bırakırken Türkiye’de hükümet, kaçırılan askerlerin serbest bırakılması için girişimde bulunulmasına tahammül göstermiyor. O dönemde gidip Dağlıca’da kaçırılan askerleri teslim alan milletvekilimize dava açıldı. Aileler bu konuda BDP’nin harekete geçmesi için talepte bulunmalı, BDP’nin desteğini istemeli. Hükümette de önümüzü açmalıdır. Bunu şart olarak söylemiyorum. Başarılı olabilmemiz için, sonuç alabilmemiz için bunlar önemlidir diyorum. Yoksa biz serbest bırakılacaklarına emin olsak hiç bu iki şarta gerek olmadan da girişimde bulunabiliriz. Sonuçta insanların hayatı bizim için önemlidir. Ama sadece BDP’nin girişimde bulunması veya çağrı yapması sonuç almayabilir. PKK bu konuda ailelerin ve özellikle de hükümetin tavrını görmek isteyebilir. Ben sizler aracılığıyla da tabii ki çağrı yapabilirim. Alıkonnan askerlerin serbest bırakılması, ailelerine kavuşması bizim için önemlidir. Buradan da bir kez daha çağrımızı yinelemek istiyorum.”

Demirtaş, PKK lideri Abdullah Öcalan’a bir yıldan fazla bir süredir uygulanan tecridin kaldırılması halinde çatışmaların durabileceğini belirterek, “Sayın Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılabilir. Avukatları, ailesi ve hatta örgütle temas kurabileceği koşullar hızlı bir şekilde yaratılabilir. Aşamalı olarak da hızlı bir şeklide İmralı’dan çıkarılıp barış konusunda rol oynayabileceği koşullara alınabilir. Ev hapsi ve giderek özgürlüğüne kavuşacağı koşulları hükmet programatik olarak önüne koyabilir. Bu bir süreçtir. Tabii Öcalan üzerinden uygulanacak bu program savaşı da durdurabilir. Çözüm kapılarını da açabilir çünkü sayın Öcalan Kürt hareketi üzerinde, Kürtler üzerinde çok etkili bir liderdir, aktördür. Şu anda bir yılı aşkın bir süredir ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmüyor. Sağ olup olmadığı, sağlık durumunun ne olup olmadığı bile bilinmiyor. Bu da PKK’de çok büyük bir tepkiye, öfkeye neden oluyor. Çünkü PKK yetkilileri ve halkın önemli bir bölümü şunu söylüyor: ‘Öcalan’a yaklaşım bize yaklaşımdır. Devlet Öcalan’a nasıl yaklaşmışsa bize de öyle yaklaşmış kabul ediyoruz.’ Pozitif yaklaşım bence PKK’ye ve Kürt halına da pozitif yaklaşım olarak algılanacaktır. Bence en hızlı adım İmralı’yla ilgili atılacak adımdır” dedi.

ANF

tarafından

Esir askerin kardeşi de ‘dağ’da

Esir askerin kardeşi de ‘dağ’da
16-08-2012
etha.com.tr

Esir askerin babası: Devletten hiçbir bilgi alamadım

Esir asker Reşat Çaçan’in babası Cemal Çaçan, oğlunun bulunması için kendi olanaklarıyla girişimlerde bulunduğunu söyledi, “6 Ağustos’tan bu yana devletten hiçbir bilgi alamadım” dedi.

Etkin Haber Ajansı / 16 Ağustos 2012 Perşembe, 11:24
İSTANBUL (Arzu Demir)- HPG gerillaları tarafından alıkonulan CHP Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün serbest bırakılmasının ardından savaş esirleri konusuna Türk egemen medyasının ilgisi bir anda bitti. TSK ise esir askerlerini zaten unutmuş durumda. Hükümetin esir askerler karşısındaki tutumunu ise en iyi eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin ifade etmişti. Şahin, Dağlıca’da esir alınan 8 asker için “Sağ kurtulduklarına sevinemedim” demişti. Bu umarsızlık içinde bir adım atılmasını bekleyenler ise asker aileleri. Bu ailelerden biri Urfalı Çaçan ailesi.

Çaçan Ailesi, Lice-Bingöl karayolununda 6 Ağustos 2012 tarihinde HPG gerillaları tarafından alıkonulan Reşat Çaçan’ın serbest bırakılmasını bekliyor. Bunun için devletin akan kanın durması ve barışın sağlanması için girişimlerde bulunmasını istiyor.

ETHA’ya konuşan baba Cemal Çaçan, 6 Ağustos gününden bu yana oğlu için kendi imkanlarıyla girişimlerde bulunduğunu ancak hiçbir asker ya da sivil yetkilinin tek bir adım bile atmadığını söyledi.

Diyarbakır ve Urfa’daki İnsan Hakları Derneği ile Mazlum-Der’e başvuruda bulunduğunu anlatan Baba Çaçan, “O günden bugüne kadar devletten hiçbir bilgi alamadım” dedi.

BAKAN SÖZ VERDİ AMA…

Baba Çaçan, sesini duyarmak için 11 Ağustos’da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik katılımıyla AKP Urfa il örgütü tarafından verilen iftara gitti.

“Benim hiçbir şey yiyecek halim yoktu” diyen Baba Çaçan, iftar anını şöyle anlattı: “Oruç açıldıktan sonra Bakan’ın yanına gittim. Herkes kendi sorununu anlatıyor, maaşına zam istiyor. Ben orada bağırdım, çağırdım, ‘Ciğerim yanıyor. Bakan’la görüşeceğim’ dedim. Bakan o kalabalıkta benimle ilgilenemedi. Ancak bize geleceğini söyledi. Ertesi gün Çalışma Bakanı Faruk Çelik ile Urgasa Valisi Celalettin Güvenç bize geldi. Meclis’te gündeme getireceğine dair söz verdi. Ancak bugüne kadar hiç kimse Meclis’te gündeme getirmedi.”

TSK DA ARAMADI

Baba Çaçan, TSK’dan bugüne kadar kendilerini kimsenin aramadığını belirterek, “Kimse bana herhangi bir bilgi vermedi. Oğlumun nerede olduğunu bilmiyorum. Oğlum ateşin içinde midir, nerededir, haber alamadım” dedi.

‘ARTIK BARIŞ SAĞLANSIN’

Türkiye’ye seslenen Baba Çaçan, “Bir an önce ateşkes olsun. Artık barış sağlansın. Oğlumu sağ almak istiyorum. Yeter artık!” diyerek barış talebini dile getirdi.

Bir oğlu da HPG saflarında olan baba Çaçan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Erdoğan’ı akan kanın durması ve barışın sağlanması için adım atmaya çağırdı, “Başbakan’dan ricam, bu mübarek günlerin hatırına operasyonlara son versin” dedi.

tarafından

‘Alıkonulan askerler yetkilileri ilgilendirmiyor’

‘Alıkonulan askerler yetkilileri ilgilendirmiyor’
PKK’lilerin 6 Ağustos’ta Diyarbakır-Bingöl karayolunda gerçekleştirdiği yol kontrolünde alı koyduğu 3 askerden er Reşat Çeçan’ın annesi Fatma Çeçan, operasyon ve çatışmaların derhal durdurulması çağrısında bulundu.
13 Ağustos 2012 Pazartesi 10:07

URFA – Diyarbakır-Bingöl karayolu Abalı Jandarma Karakolu yakınlarında 6 Ağustos’ta PKK’lilerce yapılan yol kontrolü sırasında alıkonulan askerlerden Reşat Çeçan ve Hadi Gizli’nin aileleri önceki gün MAZLUMDER Urfa Şubesi’ne başvurarak yardım talebinde bulunmuştu. Alıkonulan çocuklarına ilişkin resmi makamlarca kendilerine şu ana kadar herhangi bir bilgi verilmezken, devam eden operasyonlar aileleri endişelendiriyor. Operasyonların derhal durdurulmasını isteyen 3 askerden Reşat Çeçan’ın annesi Fatma Çeçan, ”Benim çağrım barıştır” diyerek savaşın durdurulmasını istedi.

‘Anne aynı anne yürek aynı yürek’

“Bu kutsal günlerde gençlerin kanı akmasın. Asker anaları da, gerilla anaları da ağlamasın; anne aynı anne, yürek aynı yürek; bu kirli savaşı durdurun” diyen anne Çeçan, oğlu için çok korktuğunu söyledi. Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan’a seslenen anne Çeçan, “Buraya gelsin. Uludere gibi yapmasın! Bir şeyler yapsın. Onlardan rica ediyorum yetkililerden, milletvekillerinden, Cumhurbaşkanı’ndan, Başbakan’dan. Hepsine çağrımdır; bir çözüm bulsunlar. Bu barışı gerçekleştirsinler. Operasyonlara devam edilmesi halinde daha çok asker ve gerilla ölümü yaşanacak. Bana diyorlar ki; oğluna bir şey olmayacak. Sen operasyonlarına devam ediyorsun; Ne askeri ne gerillayı dinliyorsun hepsini vuruyorsun. Ben oğlumu sağ salim bayrama kadar istiyorum” dedi.

‘Yüreğimiz yetmiyor artık’

Bir oğlunun yaklaşık 15 yıl önce PKK saflarına katıldığını belirten baba Cemal Çeçan da, devletin çocuklarını karşı karşıya getirterek birbirine öldürtmek istediğine işaret etti. Devlet ve yetkililere, “Bu kan artık akmasın, yeter her iki taraf da bizim evladımızdır” çağrısında bulunan baba Çeçan, “Barıştan başka hiçbir talebimiz yoktur. Acımız bu olaylar ile daha da arttı. Başbakan Erdoğan başka ülkelerin işlerine karışacağına kendi ülkesindeki sorunlarla ilgilensin. Yüreğimiz yetmiyor artık. Yaramız bir değil, iki oldu. Bizim isteğimiz o dur ki; bize yardımcı olsunlar, barış olsun tüm gençlerimiz dağdan insin” diye kaydetti.

Anne Gizli: Bana bir yol bulun çocuğumu kendim teslim alayım

Alıkonulan askerlerden Er Hadi Gizli’nin annesi Şiha Gizli de yetkililere “Bana oğlumu sağ salim teslim edin. Bayramdan önce bana teslim edin” çağrısında bulundu. Anne Gizli, “Oğlumun alıkonulması ile ilgili hiçbir yetkili bize bilgi vermedi. Çocuğumu çok zor şartlar altında büyüttüm. Oğlum askere gitmek üzere yola çıktığında biz tarlada çalışıyorduk. Doğru dürüst oğlumu göremedim. Bayram geliyor; ben oğlumu görmek istiyorum. Eğer bir çözüm üretemeyeceklerse bana bir yol göstersinler ben gidip oğlumu getireceğim” diye kaydetti.

Komutanlık ailenin dilekçesini reddetmişti

Reşat Çeçan’ın babası Cemal Çaçan, 8 Ağustos’ta çocuklarının durumu hakkında bilgi almak ve yardım istemek için Diyarbakır İl Jandarma Komutanlığı’na dilekçe vermek istemiş; ancak komutanlığın “oğlunuz birliğine konvoyla değil bireysel olarak gittiği için yapacağımız bir şey yok” yanıtı ile karşı karşıya kalmış ve dilekçeleri reddedilmişti. DİHA

tarafından

Eski esir asker Yaylalı: Devlet esirlerin hayatını tehlikeye atıyor

Eski esir asker Yaylalı: Devlet esirlerin hayatını tehlikeye atıyor
2012-08-13 13:10:03
ANF 13:09 / 13 Auğustos 2012 İstanbul – Eski bir esir asken olan İbrahim Yayla, geleneksel inkarcı davranış ve sömürgeci politikalar sürdüğü müddetçe devletin CHP’li vekil Hüseyin Aygün’ü kurtaramayacağını vurgulayarak, devletin esirlerin canını tehlikeye sokacak operasyonlar yaptığına dikkat çekti.

Komando olmak için 1994’te gönüllü olarak askere giden ve yaralı halde gerilla tarafından esir alınan İbrahim Yaylalı, Milletvekili Hüseyin Aygün’ün HPG tarafından gözaltına alınması ardından ANF’ye konuştu. Samsun’un Bafra ilçesinde yaşayan Yaylalı, “Bir esir alınma ile daha karşı karşıya bulunuyoruz. Bu defa değişen bir şey oldu. Fakat mevcut boyalı medyanın söylediği gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu zamana kadar PKK’nin bir çok esir alma olayı mevcut, kaymakamından tutunda, turistine ve askerine kadar çok çeşitli esir alma durumu yaşandı” diye hatırlattı.

DEVLET ÖLÜME TERK EDİYOR

Devletin ilk tavrının hep olayı görmeme ve hatta ölüme terk etme olduğunu söyleyen Yaylalı şöyle konuştu: Devletin ilk tavrı hep görmeme, umursamama olarak gelişmiş adeta yaşarken insanlarını ölüme terk etme yönünde olmuştur. Yakın zamanda bir esir yakını ise yakını olan esiri sayıklaya sayıklaya ölüme gitmiştir. Devlet’in bir gün adım atacağı düşüncesiyle, çocuklarının kurtarılacağı günleri bekleyen şimdi Hüseyin Aygün ile birlikte sekiz esir asker ailesi var. Fakat aile ne yapsa devlet seslerini duymak istemiyor.

Hüseyin Aygün ile değişen tek şey vardır, nasıl ki devlet aygıtı maaş meselesi olunca halk ile vekili arasına nasıl bir fark koyarsa,esir düşen milletin kendisi değil de vekili olunca aynı işgüzarlığı yapmışlardır. Fark ise tamamen burada yatmaktadır.”

İNİSİYATİF ALANLARIN DA BAŞLARINA GELMEYEN KALMAZ

“Ben iyi kötü kendi dönemimden sonra PKK’nin tüm esir alma olaylarını takip ediyorum” diyen Yaylalı, şöyle devam etti: “Elimden geldiğince de bu durumu, esir alınanların durumlarının gündemleştirilmesi içinde elimden geleni yapmışımdır. Dün gece esir alınan Milletvekili Hüseyin Aygün ile yorum ve tepkilere baktığımda, bu ülkede gerçekten halk olma yerine Vekil olunmalıymış diye hayıflanmadım değil doğrusu, İçişleri bakanından alında AKP genel başkan yardımcılarına, bürokrasiden tutun boyalı medyaya kadar her yerde durumu esir alınma durumu konuşuluyor.

Esir alma durumunda geçmişten günümüze devlet tavrı bellidir. Bu tavır önce görmeme, duymama, konuşmama şeklinde gelişir: oldu ya birileri kendisini dinlemeyip inisiyatif alır, PKK kamplarına gidip esirleri almaya kalkarsa onların başına gelmeyen de bırakılmaz. En son Dağlıca esirlerini almaya giden heyet için hala yargılama süreci devam etmektedir.”

DEVLET TAVRININ ESASI KÜRT İNKARINA DAYANIR

Yaylalı, “Devlet tavrının esası Kürt halkının varlığını inkara dayanır, bu böyle olunca bu durumu aşan ve tavır geliştiremeyen ger hükümet bu tavrın sürdürücüsü olmaktan da kurtulamıyor” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu hükümet de aynı tavrı özellikle son genel seçimlerle başlayan ve sonrasında devam eden tavrı ile geçmiş devlet tavrının sürdürücüsü olma yanlışından kendini kurtaramamış ve adeta bazı tutumlarıyla kraldan kralcı olmuştur.

Devlet ve muhalif partiler yeni dönem deyip, değişen bir şeyler arama yerine düştükleri geleneksel hatayı sorgulamalıdırlar. Devletin sömürgeci-inkarcı, imhacı ve asimilasyoncu yönünü aşmak için çaba harcamak zorundalar. Bu sömürgeci yaklaşım onları günden güne körleştiriyor. Sen yanı başında Suriye’ye özgürlük götüreceğim diyerek silah lojistik hatta kurmaylarına ülkende yer açacak adeta karargah haline dönüştürürken bu coğrafyayı, bugün hala nasıl hangi anlayış ile Kürt halkına zülüm ve sömürge politikalarını devam ettirebileceğini ve terör ile müzakere etmeyeceğini söyleyebilir buna inanmamızı bekleyeceksin değil mi.”

Bu coğrafya halklarının bu şekilde yol alınamayacağını bildiğini ve böylesi çifte standardı kabul etmekte güçlük çektiklerini belirten Yaylalı, “Bir de daha önce bu anlamda PKK ile devlet arasında bir çok görüşme gerçekleştiğini ve Oslo sürecini biliyoruz. Hükümet sözcüleri kalkıp “terörist” ile biz asla görüşmeyiz diyeceksiniz. Ve içişlerinden tutunda Hükümetin diğer sözcülerine kadar, kaçırılan milletvekilini ‘güvenlik güçlerimiz arıyor’ diye açıklama yapıyorlar” dedi.

OPERASYONLAR ESİRLERİN HAYATINI TEHLİKEYE ATIYOR

Yaylalı şunları ekledi: “Bu zihniyet ile bir arama yapacaksanız bu yeni bir Silvan’a gebe bir provokasyon sürecidir, hem de devlet eli ile geliştirilen bir provokasyon sürecidir. Devlet şunu çok iyi bildiği için şunu söyleyebilmektedir. Bir süre gündemde olabilmek ve propaganda için Aygün’ü kaçırmışlar ve bir süre sonra bırakırlar demektedir. Devletin birçok kez ihlal ettiği Cenevre Sözleşmesine PKK’nin kabul ettiğini ve bu sözleşme dışı hareket etmediği için geniş davranabilmektedir.

Devlet tavrı olan Silvan’ın yeni bir tavır olmadığını söylemekte de yarar var. PKK elimizde esir askerler var, operasyon gerçekleştirmeyin dediği halde daha sonra mahkeme konusu olacak esirlerin canını tehlikeye sokacak operasyonu devreye sokmuştur.

Bu arama tavrı umarım bir Silvan ve bizim bulunduğumuz kamplar biline biline gün aşırı vurulduğumuz aramaya benzemez. Hüseyin Aygün’ün ailesine öncelikle geçmiş olsun diyorum fakat geleneksel inkarcı davranışın ve sömürgeci politikaların ne Aygün’ü kurtarabileceğini ne de bu sorunu çözmede bir yararı olmayacağını düşünüyorum.

Hüseyin Aygün ailesinin hem CHP hem de AKP savaş rantçılarının söylemlerinin arkalarında savrulmamalarını isterim. Bunu bir daha yaşanmayacak şekilde barışa hizmet edecek bir fırsata çevirmek gerekiyor. Sizden Bugünlerde hep bir yüreğiz savaşta diyenlerin kampında yer almamanızı rica ediyorum.”

DİĞER ESİRLER DE GÜNDEMLEŞMELİ

Diğer esirlerin durumuna da dikkat çeken Yaylalı şöyle dedi: “PKK’nin Diyarbakır İHD’nin hazırladığı raporda da olduğu gibi gözüktüğü gibi Kürt halkına büyük yönelimin olduğu dönemlerde yada yönelimin olduğu dönemlerde duyarlılık artırılması için bu şekilde eylemler yaptığını biliyoruz. Yoksa bağır bağıran savaş rantçılarının dediği gibi değildir. Belki de Hüseyin Aygün’ün yakınları bu güne kadar esir düşen ve arayıp sorulmayan diğer esirleri de gündemleştirir.

Bu savaş söylemlerini aşıp da halklarımıza yani kamuoyuna barışın sesini de bu bahane ile bir kere ulaştırabiliriz. Savaş rantçıların peşine takılıp giderseniz bu durumlar yani esir alma durumları kan ve göz yaşı asla bitmeyecek ve her gün tekrar edecektir bu gün bu durumu vesile edip bir kere daha şapkamızı önümüze koyup neyi tercih ettiğimizi düşünmenin zamanıdır.”

İBRHİM YAYLALI

Samsun’un Bafra ilçesinde yaşayan İbrahim Yaylalı, 1994’te gönüllü olarak askere gitti. “Komando” olmak isteyen Yayla, acemi birliğini Isparta’da tamamladıktan sonra Mardin’in yolunu tuttu. Operasyonlara katıldı. İlk dağ deneyimini 25 günlük askerken Gabar’da yaşadı ve o gün yaralı halde PKK tarafından esir alındı. İki yıl esirliğin ardından, içinde eski milletvekili Fetullah Erbaş’ın da içinde olduğu bir heyet aracılığıyla serbest bırakıldı. Daha sonra hakkında “örgüt üyeliği” suçlamasıyla dava açılan Yaylalı, askeri cezaevinde aylarca işkence gördü. “Komando” olma hayaliyle gittiği ordudan “antimilitarist ve savaş karşıtı” biri olarak geri dönen Yaylalı, bugünlerde “esir politikaları” üzerine bir kitap hazırlığında.

tarafından

Şemdinli’den Suriye’ye süren savaş dezenformasyonu

Şemdinli’den Suriye’ye süren savaş dezenformasyonu

İbrahim Yaylalı- Eski esir asker

Aslında bu kadar yakın ve bir bu kadar barışa uzak olduğumuz bir dönem daha bilmiyorum.

İki ters yüz edilmiş yalanlar…

Şu iki yalanı nasıl olurda sorgulayamaz durumda olabiliriz.

1)Burada içeride sıcak donem olarak kırk yıldır savaş veriliyor.Her türlü hak isteğini ise bu savaşı ‘teror’ diyerek tüm hak isteklerini bastırdınız. Birde dünün katliamlarını bugün kısmende olsa kabul edildiğini ön şartınıda bilerek

2)Suriye’de yaşanan olayları emperyalist bir işgal değilde bir demokrasi götürme mücadelesi olarak algılama yalanı

bu savaşta ölen sahit ve sehit dediniz…

Bir de bir yalan uydurdunuz, bu savaşta ölenler sahittir-sehittir.bu yalanınla beraber, süren savaşlarda hem binlerce insanımızın fiziki olarak ölmesi icin rıza gelistirdin, ve hani diyorsun ya bol bol her platformda beyin yıkamaktan bahsedersiniz eğer dısınıza cıkılmıssa,oysa bu cografyanın analarının,babalarının,çocuklarının beynini kanla yıkadınız.Öyle bir hala geldik ki ayakta durmaya takatımız yokken bile bir kardeşimiz ya da evladımız olsa daha da kendimizi köturum etmek pahasına tüm bunlara sahit olsun da olsun diye savaşa göndereceğiz diye bagırdık.

ilk kurşun şemdinli…

Şemdinli ilk defa yanılmıyorsam zannederim, tüm bu sömürgeciliğe karşı silahlı tepkinin ilk gelistigi yerdir.Bugünde aynı alanda onlarca gundür çatışma durumu yaşanıyor.Yine tam neler oluyor,bununla ilgili devlet ve büyük basın uzun süren sessizliğini yeni yeni bozuyor.

Bildik yalanları sıralamaya baslıyor,kuşatmaya aldık,bombaladık, öldürdük, yine kanla beyinlerimizi yıkıyorlar,neden sonuç ilişkisini birbirinden kopararak sadece vuruyorlar,sadece vuruyorlar.Peki neden ilk kurşun ve peki neden bugün böylesi bir kalkışma bunlar işlenmiyor.Fakat nedenini bilmezken bir uyanıklık bir kurnazlık mıdır işleyen içimizde ve neye sahit olduğumuzu bilmeden ölüme balıklama atlamamız nedir bu durumumuz.

Şemdinli’ye ilişkin hangimiz kendimize samimi neden sorusunu sorup cevapladık.Birinci yada bugun yaşanan şemdinli fark etmez,neden mi diyorum meselenin artık silah ile ilgili olmadığını anladım. Bu teorimin nedenini mi merak ettiniz,çok basit Suriye’de de sözde hak arama girişimi silah ile yapılıyor ben buna itiraz edildiğini duymadım.Yani kimse kalkıpda bu işler silahla olmaz siz terorist misiniz diye kimse ayaklanmadı.Bu sorunun egemenler için açık cevabı var cıkar, peki siz bunu bir düşünün biraz o zaman belki düşürüldüğümüz durumu da anlayabiliriz.Burada her türlü hak arama girişimi bu nedenle durduruldu önü alındı ve sen sade yurttaş o zaman tüm desteğini onlara verdin.bunun nedenini tüm içtenliğinle kendine sormanı istiyorum.Şimdi neden sessiz kalıyorsun.bu durumun ne anlama geldiğini seni ne duruma düşürdüğünü biliyor musun

Suriye işgali servisi

Her şey cok güzeldi,ilk defa öyle bir hazırladılarki savaşı kapalı kapılar ardında, birden bire kendimizi baş aktör olarak kendimizi suriyede buluverdik. Osmanlı ili olmasından tutunda, vs vs denilerek biraz cia biraz mossad ve biraz mit desteğiyle bir baktık biz artık savaşın dışında kalamazdıkta bulduk kendimizi değil mi.Küresel dedikleri bir güç vardı ve daha önceden bir tezkere kaçırmışlardı.ABD çok kütü uyarmış, bir daha mı asla böyle lüksleri yoktu.

Fakat kimsenin tahmin etmediği bir gelişme patlak verdi ve ne emperyalizm ne diktatörlük diyen bir güç orada kürt ulusal konseyini oluşturdu ve ne oldu ise o saatte oldu.

Bir çok şeye sessiz kalmış Türkiye birden Kürt halkının bu tavrı karşısında, Osmanlı’yı sınırı diye düşünebilirler fakat real sınır anlamında birden içeri gireriz,keseriz biçeriz tavrı yani şemdinli tavrı bir kez daha ortaya çıkıverdi.

Genel halk kesimi bilmeyebilir fakat Kürt halkının çok uzun yıllar Süriye Kürdistan’nda mücadele verdiğini biraz politka ile ilgilenen her kesim bilir.Suriye nin en dinamik muhalif gücü kürtler iken, olmayan ama defakto yoluyla yaratılmaya çalışılan bir sunii arap muhalefeti komedisi var.

Hal böyleyken ve her şey ayyuka çıkmışken, sözde Suriye hür ordusu hatay iskendurun hattında silahlandırılırken CiA ve MİT tarafından, Amerikan mandası olacak sekilde bir dizayna buradaki hükümet katliamlar olurken sesisz kalmamızı kimse beklemesin diye adeta sözde demokrasi havarisi kesilirken,kürt halkı işin içerisine girince birden tüm demokratlığı bir balon gibi yok oluverdi.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında tekrar bize döndüğümüzde bu ne lahana bu ne perhiz değil mi. Bir taraftan Suriye’de silah dağıtacaksın ve dağıttığın silahlarla orada olan bir rejimi tehtit edeceksin,onu yıldırıp uzaklaşmasını olmasa düşmesini sağlamaya çalışacaksın, oh ne güzel değil mi

Kendininde kabul ettiğin geçmişten günümüze Kürt halkına katliamlar yapacaksın ve kimliğine ve sömürgeciliğe karşı her türlü ayak direyenlere arşını hiç sakınmadan boydan boya terörist diyerek gemini yürüteceksin, evet oh ne güzel dünya ama sadece size güzel.Yoksa savaşlarda her iki tarafın ölenleri için hiçte öyle değil,her iki kesimin anneleri-babaları ve savaşta yiten cocukları için hiçte öyle güzel değil.Tüm bu aşılmaz gibi gözüken paradoksu aşacak olan şey,senin Suriye ve Kürdistan’da yürütülen dezenformasyon süreçleriyle doğru şekilde hesaplaşmanla mümkündür.

Türk Annelerine bu sahitlik sehit etmez çocuğunuzu…

Oyunu görün artık gözünüze soka soka sizi kandırıyorlar,vallayide billahide oğlunuzun sahitlik ettiği tek şey sömürgeciliktir.Vallayide tillayide oğlunuzun sahit olduğu bir halkın katliamıdır.Vallayide billayi oğlunuzun tek sahitlik ettiği şet tek mana ve anlamıyla cinayettir.

Burada da Suriye’de’de işlenen aynı iğrenç oyundur.Çocuklarınızı katilliğe sahit ediyorsunuz yoksa kesinlikle bu savaşlara gönderdiğiniz hiç bir çocuğunuz sehit değildir.Kapitalistler dinen değerlerinizi hiç çekinmeden kullanabilmektedirler.

Suriye senin için fırsattır,yalanları açıkca gördüğün,ve bir halka karşı nasıl bir oyun oynanır bunu açıkca gördüğün sömürgeci oyunudur.Bir halkın iradesi nasıl yok edilir gündemi nasıl esir alınır.Bunu açıkca görebilirsin ve burada binlerce insanın ölümüne yol açmış olan Kürt halkına karşı girişilmiş olan katliamcı bir oyunla nasıl karşı karşıya olduğumuzu ve nasıl bir çifte standart ile karşı karşıya olduğumuzu sorgulayabileceğin biricik test olma özelliği taşıyor.Suriye’ye oynanan sömürgeci oyununa bakarak yüzyıldır burada ne yaşandığını görebilirsin.Bu fırsatı kaçırmaman senin ve bu coğrafya geleceği için çok ömenli olduğunu asla unutma.

Ben kişisel deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, bazen başkaların yaşadığı travmatik duruma şahit olma,kendi yaşadığımız travmayı ortaya çıkaracağına inanırım. bu durumda böylesi olma durumu var.bu durum Türk kesiminin kendisini sorgulaması için bulunmaz bir fırsattır

Yoksa bir gün uyandığında bu lanet savaş gerçeğinden, daha kötü sonuçlara hazır olmalısın…

Daha kötüsü var oğlun katil olarak ölebilir ve o dağ gibi yanan yüreğin, katil annesi olarak atmaya devam eder acını üçe beşe katlayarak hemde. Bu yapılanlar vatanın sağlığı ile ilgili yaplan şeyler değil artık senin oğlun oldükçe ve öldürdükçe vatan kesinlikle sağ olmayacak

Türk annelerin bugün artık vatan benim oğlum sağ olmazsa ve kürt kardeşim ya da Kürt annesinin de evladı sağ olmaz ise vatan vatan değildiri ve vatan sağ olmaz diyebilmelidir. işte o zaman burada bu coğrafyada savaş kalmaz ve savaş rantcılarıda kalmaz.

Bugün senin dini duygularını istismar eden için şunu söylemek gerekiyor.Açıkca söyluyorum ne Suriye gönderdiğin ya da göndereceğin,ne de kardeş Kürt halkına karşı savaşa gönderdiğin çocuklar kesinlikle şehit olmayacaklar ve sahit oldukları tek şeyde bir kere daha söylemek gerekiyor ki katillikten başka bir şey degildir

tarafından

PKK’nin elindeki esirleri alma yöntemi üzerine

PKK’nin elindeki esirleri alma yöntemi üzerine

ibrahim yaylalı /Eski PKK esiri

Taraf yazarı Payiz’in sorduğu bir soru üzerine PKK’nin elindeki esirleri alma yöntemi üzerine olan bu yazıyı hazırlama gereksinimi duydum.Yazıya geçmeden önce bir kaç gün önce bir ilk gerçekleşti.İnsan hakları derneği Amed şübesi PKK tarafından esir alınan kişilerle ilgili rapor hazırladı.Bu rapordan önemli bulduğum yerleri paylaştıktan sonra,Payiz ve önemli bulduğum sorusuna giriş yapacağım

Turistine kadar davalar açılır ve ajan ilan edilirler

İnsan hakları derneği 90 lı yıllardan başlayan ve günümüze kadar varan raporda şu verileri ortaya koyuyor.Öncelikle sayısal verileri ele aldığımızda 22 senede 73 kez esir alma olayı gerçekleşiyor.Bu yaşanan 73 kez esir alma olaylarında 85 ‘güvenlik’ görevlisi olmak üzere 248 kişi esir alındı.Senelere baktığımızda 1990-2010 arası 160 esir alma olayı gerçekleşiyorken,2011-2012 yılları arası 88 kişi esir alındı.Rapora göre yine meslek-görev ve sivil olmak üzere katogorilere bakıldığında,asker(60) polis(3) koruyucu (22) memur (28) işçi (60) siyasetçi (11) Turist (38) sivil (26) olduğunu görmekteyiz.
İnsan hakları derneğinin rapor ile ilgili analiz sonuçlarına geçtiğimizde,savaş taraflarının tavırlarına geçiliyor.Devletin duyarsız tavrı ortaya konuluyor.PKK’ nin cenevre sözleşmesinin gereklerini yerine getirdiği raporda belirtiliyor.PKK’nin esir aldığı kişilerle ilgili devletin duyarsız kaldığı gibi esir alınan kişilerin geri alınıp Türkiye’ye getirildiğinde çeşitli soruşturmalara maruz kaldığı hatta hatta ceza alarak hapishanelere konulduğu ortaya konuluyor.Raporda alınan bir çok turiste bile davalar açılarak ajan muamelesi yapıldığı ortaya konuluyor

İHH ve benzeri kurumlar PKK’nin elindeki esirleri almak isterler mi
Taraf yazarı Kurtuluş Payiz bu işi yaparsa siz yaparsınız diyor ve geçiyor İHH’nın yaptığı işleri saymaya; “Bu arkadaşları bulmak için tabir yerindeyse iz sürdük. Suriye’nin bütün köylerini şehirlerini aradık, muhaliflerle görüştük, devletin resmî kanallarıyla görüştük. Sonuçta bu arkadaşlara ulaşacak kanalları bulduk. İHH 20 yıldır insani diplomasi denen bir faaliyet de yürütüyor. Biz İHH olarak Bosna’da Libya’da Suriye’de Çeçenistan’da savaş sırasında kaybolan, esir alınan insanların özgürlüğü için çalışmalar da yapıyoruz. Bu çerçevede Suriye’nin elinde olan bazı İranlı insanlara da yardımcı olduk. Muhaliflerin elindeydiler, bırakılmaları için girişimlerimiz oldu ve çabalarımızda başarı sağladık.”

Yukarıdaki veciz sözleri söyledikten sonra da şu sözlerle bitiriyor “Bosna’da, Libya’da, Suriye’de ve Çeçenistan’da esir alınan insanların özgürlüğü için çalışan İHH, Türkiye’de kaçırılan kaymakam adayı, asker, polis ve korucular için de “sivil diplomasi” yürütmeli. Kaçırılanları kurtarmak için Esed’in karargâhına gidildiğine göre Kandil’e de gidilebilir. Zira gözüyaşlı annelerin tek ümidi şimdilik İHH görünüyor.

Aslına bakarsanız böyle bir çalışmada güven verir ve başarı sağlarsa elbette hepimimiz mutlu olur şükranlarımızı sunarız.

Kurtuluş Payiz’in görmediği, yada görmek istemediği ve İHH sen yapmazsan kimse yapamaz dediği dönemden bir sene önce 5′li bir heyet oluşturulmuş 08.08.2011 günü İstanbul’da, 30.08.2011 ve 20.09.2011 tarihlerinde ise Ankara’da PKK’nin elindeki esirlerin serbest bırakılmaları için çağrıları olmuştur. Yapılan çağrılarda oluşturulan heyetin esirleri almak için hazır olduğu ifade edilmiştir.

Spesifik bir indirgeme yaparsak, benimde içerisinde bulunduğum 94-95 yıllarında PKK gerillaları tarafından alınan esir gurubunu İHH değil, İHD- Mazlum-Der, ve aydınlardan kurulu heyet almıştı.Açıkcası öyle pekte kolay olmamıştı.Devletin bazı ayak oyunlarına ve zorlu koşullara rağmen ülkeye dönmemizi sağlamışlardı. Türkiye’ye döndükten sonra da başlarına gelmeyen kalmadı. Bizden sonra gerçekleşen bir çok esir alma olayında yine heyetleri oluşturan bu örgüt ve kurumlardı.

heyete pusu

Dersim’de Coşkun Kırandı’yi almaya gidenleri devlet az daha pusuya düşürüyordu.Ölümden son anda kurtuldular.Bilinmiyorsa diye söyleyeyim bu heyettede Ferhat Tunç( Sanatçı) Selahattin Demirtaş ( İHDdiyarbakır) Umur hozatlı(Sanatçı-Yönetmen) Mehdi Perinçek( İHD) bulunuyordu. Pusu yetmemiş olacak ki geldiklerinde gözaltına alınmışlardı.
Tabii dağlıca Heyetini de unutmamak gerekiyor,başlarına gelenlerle birlikte,basını hatırlayın,bakanların açıklamalarını hatırlayın,ve mahekemeleri unutmayın

Esir asker ailelerinin ağlamaktan kurumuş göz pınarları bir kere daha yaşlanmıştı,fakat insan hakları savunucularının yoğun cabaları sonucunda bu sefer sevinç gözyaşlarıydı o pınarları dolduran.Kurtuluş Payiz’in bir gazeteci olarak bunları bilmemesinin yolu yok,mutlaka bu durumdan haberdardır.Fakat bu durumu görmezden geldiği açıktır

Kendisini basın yoluyla da durumunu deklare eden bir heyet varken böylesi bir çıkış neyin nesidir bunu kendisine sormak lazım,şu şöyle dense idi var olan bir heyet var ve esir askerlerin gündeme getirilmesinde katkınız olacaktır,bu heyete İHH katkı sunamaz mı.Orada Payiz bir şeyler yapmaya çalışıyor açık ama bu sorunun cevabını yazının bütününe saklıyorum.

Ulusal-soven çitlere takılan bir kurum kızılay

Kurtuluş Payiz madem bu işe el attınız, İHH’ya sorumluluğunu hatırlattınız, bakınız Kızılay 1877′de “Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti”, 1923′de “Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti”, 1935′te “Türkiye Kızılay Cemiyeti”, 1947′de “Türkiye Kızılay Derneği” adını almıştır.

Kızılay resmi sitesinde “Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğu’nun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insanlık, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir. aynen böyle demektedir

Kızılay’ın tüzügündeki 7. maddesi f fıkrası aynen şunu diyor ‘Türk dost ve düşman savaş esirleri ile gözaltına alınanlarla, sığınmacı veya mültecilerin değiştirilmesine, aileleriyle haberleşmelerine, kayıpların aranmasına ve bu kişilere ait para, eşya ve diğer kıymetli evrakın ulaştırılmasına aracılık etmek ve bu hizmetleri yürütmek amacıyla gerekli haberleşme sistemleri ve birimleri oluşturmak.’ “(Türkkızılay sitesi)

Kızılay’a buyurun çağrı yapın, neden bu konuda Devleti/hükümeti harekete geçmeye çağırmıyorsunuz.Kızılay’ın tarihinde esirler ile ilgili çalışmalarını bulabilirsiniz.

Yakın tarihte gazetelere yansıyan hükümet ile İsrail’li asker alımında adını duyduk.Mesela kızılay’a sorun bu coğrafyada 90’lardan günümüze bir çok kez esir alma olayı yaşandı.
Neden evrensellik ilkesi ve tarafsızlık ilkesi yerine ulusal/soven çitlere takılıp hiç hareket etmediniz.Buna cevap bulduğunuzda hem kendi durumunuza bir cevap bulmuşken diğer kurumların dışarıda kahraman kesilirken neden burada ulusal/soven çitlere takıldığını göreceksiniz.

Birde orada tarafları bulacaksınız, hangi tarafları mı savaş devam etsin,yada barış gelsin diyen tarafları PKK nin elindeki esir devlet mensuplarını almak için caba gösterenlerle -göstermeyenler arasındaki kalın çizgi budur.Yada var olan cabayı büyütmek yerine hizip oluşturanlarla ,çabayı büyütmek isteyenler arasında büyük bir fark var.İşte bu yaklaşım senin savaşın yada barışın neresinde durduğunu belirleyen özdür.

Acaba bir zamanlar savaşın safında yer tutan kurumlar özeleştiri verirler mi

Payiz’in çağrısını bahane ederek bu tür kurumlara seslenmek istiyorum.İlk esirin alınma tarihi olan 90 yıllardan beridir neden sessizlik içerisinde yer aldınız ve neden tarafsızlığınızı yitirip savaş baronlarının tarafında yer aldınız,sizi korkularınız mı orada kalmanızı sağladı.Yoksa bilerek isteyerek savaş-rantının yanında saf tuttunuz.Yukarıdaki güven verme olgusuna o yüzden bilinçli değindim.Eğer korkularınız buna sebep olmuşsa samimi sekilde özleştiri verip durumunuzu anlatırsanız,elbette yanımızda yer alabilir çalışmalara katılabilirsiniz.

Fakat hem savaşın yanında yer alacak tarafını belirleyeceksin sonrada böylesi bir çalışmada yer alacaksın yok artık,gerçi böylesi bir şey yapmadıklarında onlarda bulundukları yeri terk edip yanımızda barış mücadelesine katkı olarak böylesi çabanın içerisine girmeyeceklerdir.

Bu bir samimiyet testidir

Elbette yukarıda adı geçen kurumlar, ben bu esir askerleri alayım diye bir çağrıda bulunmamışlardır. Payiz’in Taraf gazetesindeki İHH ‘ya bu çağrısı üzerine böylesi bir yazıyı ele aldım.Otuz senedir süren savaş sürecinde 73 defa esir alma durumu yaşanmıştır

Bu sorumuz şu iki kuruma olsun.birinci kurum Kızılay,ikinci kurum ise İHH olarak alalım.Böyle bir durum yok,yani her iki kurumda bu konuda esir askerleri almaya gidebilirim diye bir açıklama yapmış değiller.Payiz’in çağrısını duydular diyelim ve olumlu cevap verdiler diyelim.Her iki kurumuda biliyoruz ki ulusal çitlerimizin dışında kalan bölgelerde bir çok esir kurtarma girişimlerinde yer aldılar.Basından bu anlamda boy boy haberleride okuduk. Ortadoğu’dan-Afrika’ya taa fizanlara kadar gittiklerini bililyoruz.Asıl sorumuza gelecek olursak,tüm bu yardımları 30 senedir Ortadoğu’dan-fizana kadar götürüken ve bir çok esir takasına eşlik etmişken,peki buradaki kamuoyunu ve PKK ‘yi nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz. Fizan Ortadoğu derken içerisinde yaşadığımız çoğrafyayı unuttuk mu diyeceksiniz.Kusurumuza bakmayın deyip verin cocuklarımızı mı demeyi düşünüyorsunuz
Doğru olarak demezler mi burası yol geçen hanı değil,yoldan geçene insan teslim etmiyoruz.Hele hele bir şekilde görmezden gelerek savaşta taraf durumuna düşmüş,savaşın safında yer tutmuş kuruma bu sekilde alınmış insanlar teslim edilebilir mi.

PKK takip ediliyorsa ki edildiğine inanıyorum,neden ya da hangi zamanlar esir alma yöntemine başvurmak zorunda kalıyor. Sistem,barış sürecinin önüne dinamit koyup, Kürt halkının sosyal yaşamı tehdit etme durumunu üst boyutlara tırmandırdığında, Kendi halkını koruma refleksiyle böylesi bir durum içerisine giriyor.Zaten PKK’nin açıklamaları da izlenirse bu açıkca görülecektir.

Devlet mensuplarının esir alınma durumları savaş tırmandırıldığında olduğuna göre.aynı parelelde hareket eden kurumların çağrısını doğal olarak ret edecektir.Doğal olarak böylesi bir durumun giderilmesi için,Kürt halkına yönelmiş saldırının geriye çekilmesi ve barış sürecinin dinamiğini geliştirecek çabalardan sonra jest olarak böylesi bir durum için hareket beklemek o zaman normal olacaktır.

PKK’ de Esir alma durumu bu durum düzeltilmedikçe bu şekilde devam edip gidecektir ta ki Kürt halkına saldırı yerine doğuştan gelen haklarının teslim edilinceye kadar,bu en doğal insan hakkıdır.Tüm esirleri alma girişimleride doğal olarak barış sürecine katkı sunmalıdır.Yoksa tamam bugun hiç bir etliye sütlüye karışmadan her şeyi herkesden kaçırarak esirleri aldınız ve ailelerine kavusturdunuz,elbette lokal olarak bir kaç ailenin gözyaşı diner.
Bir halkın haklarının gasbı ortada olduğu sürece yeni yeni ailelerin göz yaşına boğulmasının önünü nasıl alacaksınız,bügün annelerin gözyaşları dindi,yarın bu durum düzelmediği sürece aynı durum sürüp gitmeyecek midir.Bu duruma birde böyle bakmayı denemek lazım, barışın parelinde gelişecek düşünce ve eylem bu coğrafyaya neleri kazandırabileceğini taahhül edebiliyor muyuz.

Bu zamana kadar süren savaş politikalarının ortaya çıkardığı iklim ortadadır.Bu durumu yukarıda biraz işlemeye çalıştım.Artık barışa su kadar ekmek kadar ihtiyacımız olduğu apaçık ortada değil mi.Savaş günden güne vicdanlarımızı sağırlaştırırken kardeşin kardeşe yabancılaşmasını derinleştiriken,barış ise bu coğrafyanın en büyük zenginliği olan zengin bir çiçek bahçesi gibi olan halklarımızın yanyana yaşamasını sonsuz kılacaktır.Bir kere daha herkesin durduğu yerin neye hizmet ettiğini düşünme zamanıdır

tarafından

Asker Sabancı’nın ailesi İHD’ye başvurdu

Asker Sabancı’nın ailesi İHD’ye başvurdu
ANF19:18 / 08 Haziran 2012
AMED – Geçtiğimiz gün Bingöl’de HPG gerillaları tarafından alıkonulan asker Ali Sabancı’nın ailesi İnsan Haklar Derneği (İHD) Diyarbakır şubesine başvurdu.

Ali Sabancı’nın babası Vakkas Sabancı kardeşi Ayşe Güçlü ile birlikte bugün İHD Diyarbakır Şubesi’ne başvuruda bulundu. Ailenin başvurusu üzerine İHD Şube Başkanı Raci Bilici ile bir basın toplantısı düzenleyen Vakkas Sabancı, “Oğlum ile en son yakalanmadan önce görüştüm. Görüştükten bir süre sonra aradım telefonu kapalıydı. Gaziantep’e gelmesi gereken saatte otogarda bekledim ama oğlum gelmedi. Ertesi gün saat 09.00’da görev yaptığı komutanı beni arayarak örgütün Ali’yi kaçırdığını söyledi. Oğlumun parmağı kırık olduğu için 21 gün rapor almıştı, hava değişimine geliyordu. Herkesin yaşama hakkı var oğlumun bir an evvel salınmasını istiyorum” dedi.

Toplantıda konuşan Raci Bilici ise “Bir an evvel bu savaşın son bulması taraftarıyız. Savaş sonucu ciddi ihlaller yaşandığını görüyoruz. Biz İHD olarak ailenin başvurusu üzerine kaçırılan askerin ailesine ve özgürlüğüne kavuşması için üzerimize düşeni yapmaya hazırız” ifadelerini kullandı.

tarafından

bu bir halkların rehin alınmasının hikayesidir

Bu bir halkların rehin alınmasının hikayesidir

ibrahim yaylalı/Eski PKK Esiri

savaşın kürdistan yanı…

(…)
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
( ahmet arif)

Uludere. boşaltılmış köyler yanık evler,talan bahçeler.roboski 35 yanık insan eti. 94’lerden iyi bildiğim bir yer,korucular hariç neredeyse komple boşaltılmıştır.Devlet Yurtseverlere kendini inkar etmeyenlere karşı hep özendirdiği bir yaklaşım koruculuk sistemi.

Ne yapsa sisteme yaranamamış bir sapık kurumlaşma,operasyonal düzenlemede köpeklerden önde yer alan hiyerarside tutulmaları var
Ne yaparlarsa yapsınlar kazıyamadıkları bir yanları var kürt olmaları.

Belki isteyerek,belki korkudan aldılar ellerine silahları bunları bilemiyoruz.Rehin alma saldırısı bu sefer böylesi bir gerçeği yaşayan yerden geldi.Otuzbeş insanını birey oldukları için vurmadılar,belki yerel ilişkiler anlamında birbirlerinden çıkarları bile vardı.Ey hat bakın ki bir kusurları vardı kürt halk kimliğini taşıyorlardı. Yukarılardan ta yukarılardan ‘neo fetva’ çıktı şifre mifre de yoktu direkt vurdular.Vurulan bireysel kimlikleri değildi.taşıdıkları ve kazıyarak bile çıkaramadıkları toplumsal varlıkları Kürt halk kimlikleriydi

Hapishaneler birer toplama kampına dönüştürüldü.Sayın Öcalan’ın ağır tecritlik durumundan alın,Bakırköy kadın Hapishanesinde kalan hasta tutsak Hediye Aksoy’a kadar,kendisi için savaştırıp esir düşen ve sonrasında Askeri hapisheneye konulan Ramazan Yüce’ye kadar Kürt halkının hangi kesimini ele alırsanız alın,bugun rehin alınan kesinlikle ele aldığımız ayrı ayrı bireyler değil toplumsal varlıkları olan kürt halk kimlikleridir.

Bu durumların başkaca açıklama yolu kalmamaktadır.Hasta Tutsak Hediye Aksoy Baska türlü nasıl açıklanabilir,sov gibi cumhurbaskanı affı ile kırk küsür hasta tutuklu salıverilirken içlerinde hiç Kürt yada devrimci tutsak olmaması baska türlü nasıl izah edilebilir.

Ya da özel bir yasa gereksinimi doğuracak kadar Sayın öcalan’a tecrit durumu,onu da geçin koskaca devlet sürekli bozuk koster yalanını niye diline dolasın,eğer bir halkın rehin tutulma çabası yoksa…

Bir insan dolmuş kuyruğunda gideceği yere aracını beklerken puşu taktı için apar topar alınıyor ve içeriye tıkılıyorsa,ve örnek teşkil tutsun diye üst mahkemeden 11 yıl hapis cezası alıyorsa,bilin ki burada rehin alınan birey değil toplumsal varlığı olan kürt halk kimliğidir.

Birde sistemin kendisi için savaştırıpda esir düşenleri var ki orada tamamen gayri insani durumu açık seçik görebilmekteyiz.11 kez esir düşme ve 50 ye yakın esir verme durumunda ne kendisi arayıp sormuştur esir düşenleri nede arayana sorana izin vermiştir.hatta imkan varsa öldürmeye bile kalkmıştır.

Türk halkının toplumsal varlığıda burada esir alınmıştır buna çok güzel örnektir sürıyede yaşanan esir gazeteci durumu. Süriye’de esir alınan gazeteci olayında gördük ki baglantı içerisine girilmedik gurup devlet bırakmamışlarve gazetecileri serbest bıraktırmışlardır. Tabii kendi savaşlarını riske sokmayacak her durumda her yerde hümanizma’ya bürünebilir bu kurtlar…

Her iki halk bugun o egemenliğini pekiştirmek için savaş baronlarına lazım. savaş baronları Kürt halkınıda Türk halkınıda kendi çıkarları doğrultusunda tüm gündemleriyle rehin almışlardır

savaşın karadeniz yanı…
(…)
uyan kardeşim karadeniz
uyan be yeşil dağlerin atmacası
mavi denizlerin takası
umudumun (ya) saklı yanı
savaş lordları içiyor kanını
kalmadı damarlarında kan.
(ibrahim yaylalı)

Karadeniz Karadeniz neresinden tutup da anlatacaksın,nasıl anlatacaksın yaşananları. gözü yaşlı annenin her gün yeni yeni oğullarını ‘vatan sağolsun’ karadeliğine kaptırdığı o denizinden almış maviş gözlü coçuklarını.Bilemez ki tutamadığı ellerini Kürt annesinin her gün ölüm soğuğunu kendisi gibi yaşadığını.Bilmez ağlamaktan küçülmüş o vucutları.

Bir tutabilse uzanmış kürt annesinin ellerinden,bir görse ölüm her tarafta aynı.Karışsa son kez gözyaşları birbirine ölümün ayrısı gayrısını bütünlese ama son kez olsa ve bitse, artık dinse tüm yüreklerini saran acı..

Ah be karadeniz sende rehinsin savaş baronlarının elinde,içersin çay içer gibi kardeş kanını,boğarlar seni kendi kanında çıkaramazsın sesini,bir kaldırsan başını,bir fark etsen sen ile kardeş kürt halkının kanını içeni, ah be bir fark etsen,o zaman belki tavuğumuz tavuğumuza,kuzumuz kuzumuza karışacak,şimdi karısan birbirine kardeş kanımız…

Bir başını kaldırabilsen sana uzanmış kürt annesinin barış elini göreceksin..Oyunlar ki ne oyunlar oynandı başında,geçmişte kanını içenler,bugün seni sürüyor bir başka kanını içmek istedikleri kardeş halkın savaşına

Hatırla allah aşkına dünü, yorgo ile birlikte doldururdu dağlarınızın rüzgarı yelkenlerini takanızın.Karadenizin o deli dalgalarına karşı az da kavga vermediniz yorgo ile birlikte.

Aldılar Yorgo’yu elinden savurdular bir sürgüne ve sen utancını bir ömür yaşamadın mı. Ya da Costa darağacına çekilirken senin canın cekiliyor gibi olmadı mı.

Tarih hep seni böyle mi ansın utancıyla çürüyüp gitti diye mi ansın,kardeşine sahip olamadı diye mi ansın.Dünün utancını daha ne kadar taşırsın bilinmez,fakat yeni utancı yine bir utanc tabelası gibi boynuna asmaya çalışıyorlar. Dün Rum ve Ermeni kardeşine karşı.bugün ise Kürt kardeşine karşı aynı utancı yaşatmaya devam ediyorlar

herkese karşı hep dik durursun ama sen acını kendin yaşarsın,artık yeter kaldır başını artık olmaz gitmem kardeşimi de öldürmem utancınıda ben yaşamam diyebilmelisin.

Görüyorsunuz ya bu bir egemenliği sonsuz kılmak isteyenlerin halkları rehin alma operasyonudur.Bu operasyonu dünden bugune başarıyla taşıdılar.Kürdistanda ayrı,Karadenizde ayrı yöntemlerle aynı rehin alma/esir alma durumunu yaşadılar…

Bugünden yarına bunu boşa çıkarmak emekleyen kardeş ellerin birlikteliği ile olacaktır.Artık eskisi kadar kolay rıza üretemeyecekler. Hes’lerden hey tekstillere,tekel direnişlerine ortak saldırıya karşın ortak direniş her yerde büyüyor.

Aynı ortaklaşmayı savaşı besleyen insan kaynağındaki ayrışmayı önlediğimizde ve ortaklaşmayı sağladığımızda bu rehin/esir alma durumundanda kurtulmuş olacağız.Rehin alınma döneminden özgür birliktelik dönemine büyük bir moral ile ilerleyeceğiz…

tarafından

esirlik sürecime dair imc televizyonunda nazım alpmanın konuğuydum

nazım alpman’ın geciktirdiği bir baska konuk yüzünden tam istediğimiz sekilde program verimli gecmedi.Sayfa takip edenlerinden bundan dolayı özür diliyorum.

Normal süreci bir saat olan program doğal olarak yarım saate indi.bu ve programın dagınık gecmesinden dolayı istediğimiz verimi alamadık.

Tabii biz derdiğimizi kaldıgımız yerden anlatmaya devam edeceğiz,yinede her seye rağmen bize ayırdığı zamandan dolayı imc tv ye ve nazım alpman’a tesekkür ediyoruz

Fazla tv deneyimiz olmadığından bu program ayrıyeten bize ders niteliğinde oldu.umarım anlayışla karşılarsınız

saygılarımla/esirasker hakkı

tarafından

Bakan Şahin sonunda PKK’nin elindeki ’7 kişiyi’ hatırladı ama… | ANF

Bakan Şahin sonunda PKK’nin elindeki ’7 kişiyi’ hatırladı ama… | ANF
ANF

Bakan Şahin, ailelere ise uzman psikologlar tarafından yerinde ziyaretlerle psikolojik destek sağlandığını iddia etti. Şahin, örgütünün amaçları ve faaliyetlerinin önüne geçilebilmesi amacıyla etkin bir mücadele programı yürütüldüğünü savunarak “Bu kapsamda; devletimiz bir yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını istismar eden örgüte yönelik etkili operasyonel faaliyetlerde bulunmakta, diğer yandan da güvenlik tedbirleri ile demokratikleşme adımlarını atmaktadır” iddiasında bulundu.

Ankara – İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, PKK tarafından Haziran 2011 tarihinden bugüne kadar kaçırılan ve hala alıkonulan 7 kişinin olduğunu kaydetti.

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar ile Kırklareli Milletvekili Mehmet Kesimoğlu’nun soru önergelerini yanıtladı.

PKK tarafından Haziran 2011 tarihinden bugüne kadar kaçırılan ve hala alıkonulan kişi sayısının 7 olduğunu belirten Şahin, “Kaçırma olaylarına ilişkin soruşturmalar ilgili Cumhuriyet başsavcılıklarınca yürütülmekte olup yerlerinin tespitine yönelik ilgili güvenlik birimleri nezdinde yürütülen müşterek çalışmalar devam etmektedir” dedi.

PKK tarafından esir alınan kamu görevlilerine ilişkin de Bakan Şahin, personelin mali, özlük ve sosyal hakları ile ilgili nasıl bir işlem tesis edilmesi gerektiği hususunda Maliye Bakanlığı’na görüş sorulduğunu ve cevabi yazının beklendiğini ifade etti.

PSİKOLOJİK DESTEK Mİ PSİKOLOJİK ÇÖKERTME Mİ ?

Bakan Şahin, ailelere ise uzman psikologlar tarafından yerinde ziyaretlerle psikolojik destek sağlandığını iddia etti. Şahin, örgütünün amaçları ve faaliyetlerinin önüne geçilebilmesi amacıyla etkin bir mücadele programı yürütüldüğünü savunarak “Bu kapsamda; devletimiz bir yandan Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını istismar eden örgüte yönelik etkili operasyonel faaliyetlerde bulunmakta, diğer yandan da güvenlik tedbirleri ile demokratikleşme adımlarını atmaktadır” iddiasında bulundu.

POLİSİN MAAŞI KESİLDİ

HGP gerillaları tarafından esir alınanlar arasındaki polis memuru Nadir Özgen’in maaşının geçtiğimiz Mart ayında devlet tarafından bloke edildiği ortaya çıkmıştı. Oğlunun borçları için devlete başvuran baba şoke olmuştu.

ASKERE AĞIR HAPİS

Hakkari‘ye bağlı Dağlıca 3. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığı’nı koruyan Keritepe ve Peytepe askeri üs bölgelerine 21 Ekim 2007 tarihinde HPG tarafından gerçekleştirilen baskın sırasında esir alınan ve daha sonra serbest bırakılan askerlerden er Ramazan Yüce’ye 11 Nisan günü “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla 15 ay hapis cezası verilmişti.

HÜKÜMETTEN SES YOK !

Hükümet esir asker ve polislere ilişkin henüz kamuoyuna resmi bir açıklamada bulunmadı. Yaklaşık yedi aydır gerillaların elinde esir bulunan Muş Kaymakam adayı Kenan Erenoğlu, Astsubay Abdullah Sörfçeler, polis memuru Nadir Özgen, uzman çavuş Kemal Ekinci ve uzman çavuş Zihni Koç’un görüntüleri 8 Nisan günü HPG tarafından yayınlanmıştı.

Astsubay Abdullah Söpçeler ve uzman çavuş Zihni Koç, 9 Temmuz 2011’de Diyarbakır’ın Lice ilçesinde, kaymakam adayı Kenan Erenoğlu aynı yıl 12 Ağustos’ta Muş-Kulp karayolu üzerinde yapılan kimlik kontrolü sırasında, uzman çavuş Kemal Ekinci 1 Ekim’de Şırnak merkezde, polis memuru Nadir Özgen ise 10 Eylül’de Van’ın Çatak ilçesinde esir alınmıştı.

ANF NEWS AGENCY

tarafından

‘Nefes’ kesen bir dava: Dağlıca

‘Nefes’ kesen bir dava: Dağlıca
[etha]
2 bin 365 metre yükseklikteki bir karakolda 40 askerin hikayesini konu alan “Nefes: Vatan Sağolsun” filmi askerden tam not aldı. Ama 2 bin 400 metre yükseklikteki Dağlıca Taburu’nda yaşananlar hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Dağlıca baskınında esir alınan askerler, iki yıl önce bugün tutuklanmıştı.

Haber Fotoları: 1
Orjinali İndir (Genişlik: 400px, Yükseklik:266px)
Etkin Haber Ajansı / 18 Mayıs 2011 Çarşamba, 14:32

HAKKARİ- Birbiri ardına ortaya çıkan skandal belgeler, andıçlar, lahikalar ve ıslak imzalı darbe planları. Diğer taraftan ‘Kürt açılımı’ ve barış gruplarının gelişi, asker analarının çığlığı… Tüm bunların arasında Dağlıca baskınında esir alınan askerlerin tutuklanmasının üzerinden tam iki yıl geçti. ‘Nefes’ kesen dava halen sürüyor.

DAĞLICA’DA NE OLMUŞTU?
PKK gerillaları, 22 Ekim 2007 tarihinde Hakkari’deki Dağlıca Taburu’na baskın düzenledi. Baskında, 12 asker yaşamını yitirdi, 8 asker esir alındı. PKK, 8 esir askeri, Federal Kürdistan Bölge Hükümeti İçişleri Bakanı Hacı Mahmut Osman, Uluslararası Tolerans Başkanı Kerim Sincari ile DTP Milletvekili Osman Özçelik, Aysel Tuğluk ve Fatma Kurtulan’dan oluşan heyetle imzalanan protokolle 4 Kasım’da teslim etti.

Erler Ramazan Yüce (Mersin), İrfan Beyaz (Antep), Nihat Başova (Konya/Cihanbeyli), İlhami Demir (Ağrı/Patnos), Fatih Atakul (Denizli), Özhan Şabanoğlu (Hatay), Çavuş Mehmet Şenkul (Niğde), Uzman Çavuş Halis Çağan (Adana/Tufanbeyli) gelir gelmez Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı’nca günlerce sorgulandı. 8 asker, “Suçun vasıf ve mahiyeti askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delilerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek” iddialarıyla 12 Kasım’da tutuklandı.

MEHMET ALİ ŞAHİN SEVİNEMEMİŞTİ
Askerler “vatan haini” ilan edildi. Kimisi yaşamalarına dahi sevinmedi. Dönemin Adalet Bakanı, şimdinin ise TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in açıklamaları hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Şahin, esir askerlerin geri dönüşünün ardından akıllara durgunluk veren bir açıklama yaptı, “Keşke ölseydiler” dedi. Şahin şu ifadeleri kullandı: “Öncelikle askerlerimizin, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının herhangi birinin ya da bir bölümünün bölücü terör örgütünün eline geçmiş olmasından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak büyük üzüntü duyduğumu belirtmeliyim. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hiçbir mensubu böyle bir duruma düşmemeliydi. Dolayısıyla kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum.”

Tek sevinmeyen Mehmet Ali Şahin değildi. Dönemin Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, esir askerleri teslim alan DTP milletvekillerini hedef aldı. Çiçek, “DTP’li milletvekillerinin kaçırılan askerlerin serbest bırakılmasında dahil olmadığını” ileri sürdü, “Mutabakat zaptı da dahil o görüntüler, insani boyut gibi gözükse de, suçüstü yakalanmışlardır” şeklinde konuştu.

ASKERİ SUÇLAYAN KOMUTAN’IN SES KAYDI
Dağlıca Tabur Komutanı Onur Dirik, er Ramazan Yüce’yi PKK’ye yardım etmekle suçladı. 2 Şubat 2008’de görülen ilk duruşmada, sekiz er tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Onur Dirik’e ait ses kaydı Youtube’a düştü. Dirik baskındaki ihmalleri kabul etti, Genelkurmay’daki komutanlara ve günlüğünü okuduğu bir üsteğmene ağır küfürler sarf etti. Bunun üzerine Dirik, Afyon’da konuşlu İkmal Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü’ne atandı. Avukatların Onur Dirik hakkında yaptığı suç duyurusunda ise bir sonuç çıkmadı.

DAVA HANGİ AŞAMADA?
Esir askerler hakkında açılan dava halen Van Askeri Mahkemesi’nde görülüyor. Er Ramazan Yüce’nin avukatı Dinçel Aslan, davada sona yaklaşıldığını belirtti. Dinçel, muhabirimize yaptığı açıklamada, “Van Askeri Mahkemesi’ne, askerlerin sivil mahkemede yargılanmaları için başvuruda bulunduk. Askeri Savcılık mütalaasında talebimizi kabul etti” dedi. Av. Aslan, “Bu karar bir ilk” dedi, ancak Van Askeri Mahkemesi’nin talebi reddettiğini aktardı.

Dinçel Aslan, askere sivil yargı yolunu açan yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açıldığını hatırlattı ve askeri mahkemenin bu yönlü kararını yorumladı. Av. Aslan, “Devlete karşı işlenen suçlara Ağır Ceza Mahkemelerinin bakması gerekiyor. Zaten bu yönlü talepte bulunduk. Ancak, mahkeme bunu reddetti. Mahkeme şunu söyledi: ‘Devlet aleyhine işlenen suçlar sivil mahkemede görülse bile suç vasfı değişmez.’ Yani müvekkillerin emre itaatsizlik, firar gibi suçlamalar dolayısıyla askeri mahkemede yargılanmaya devam edebilir” dedi.

Av. Dinçel Aslan, Cihan Korkut adlı bir itirafçının er Ramazan Yüce hakkında ifade verdiğini ifade ederek, ek süre talep ettiklerini kaydetti.

tarafından

Devlet tavrı olarak esir asker konuşmayacak

Devlet tavrı olarak esir asker konuşmayacak

ibrahim yaylalı/94-96 PKK esiri

sen bu halkın gözünde devlet töreni gibisin,sana zorunlu oldukları için katlanıyorlar. Ya bir gün sana zorunluluklarının olmadıklarını anlarlarsa…

..
Ramazan Yüce diğer 7 arkadaşıyla beraber dağlıca karakolundan esir alınmışlardı.Ramazan’ın iki adet insan olmaktan kusuru vardı.Kusur bir bu coğrafyada savaş nedenidir ‘kürt’ olmasıdır.Kusur iki insanlığını koruyabilmesi yani insan kalabimesidir.Yoksa sadece kürt olabilirsin ismet inönü,yada hikmet çetin hadi Turgut Özal gibi de diyelim o zaman mesele yok yani iyi çocuklara dahilsen mesele yok.Savaş politikalarına hayır demiyorsan mesele yok,sana ne denmiş neyi kabul etmen söylenmiş ve onu harfiyen yerine getirmişsen iyi çocuk olmaya devam edersin.

”Alenen askerleri itaatsizliğe teşvik” suçundan 2 yıl 6 ay, uzman çavuş Halis Çağan’ın ”görevi ihmal” suçundan 1 yıl 8 ay, erler Fuat Başoda, İlhami Demir, İrfan Beyaz, Mehmet Şenkul, Fatih Atakul ve Özhan Şabanoğlu da aynı suçtan 1 yıl 3 ay hapis cezası, tüm bunları unutabilirdik daha öncede oldu kendimden iyi biliyorum.
..
Ramazan Yüce şimdi olmadı ki,diğerleri önemsizdi üzerinden atlanır geçilip gidilebilirdi fakat ya bu 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ”suçu ve suçluyu övmek”, ”basın yoluyla örgütünün propagandasını yapmak” bu şimdi olmadı.Çünkü kolay mı savaş hükümetini ve savaş politikalaını sürdürmek,bunu görmezden gelirlerse nasıl savaş politikarınının devamını ve sonucunda egemenliklerini nasıl devam ettirecekler.

..
Bu savaşı az çok bilince çıkarmış bir karadenizli eski esir olarak ki, kürt halk gerçeğini görmemem için dünya kadar baskı,işkence cebir,gözaltı,işten atma,yani neredeyse burada yaşatmayız denecek tüm uygulamalar yapıldığı halde, bendeki tüm bu oluşturulmuş korkuları atlatıp olan bitenle yüzleşebilmişsem, Ramazan Yüce’ye sen nasıl kalkıp tüm yaşananlara sırtını dön diyebilirsin hemde kendi gerçekliğine bu dediğiniz eşyanı tabiatına aykırı bir durum değil mi.
..
Sizin bu tavrınız açıkça şu, yalancı olun- ikiyüzlü olun,kendinizi inkar edin,Sen yüzyıllardır burada savaş veriyorsun ve sonuç ne günden güne,günden güne inkarın devlet dayatmasının dışında bir etkisini görebiliyormusun.Yasaların var 301,318 daha bilmem kaç tane ve hapishanelerin var hemde meşhur işkence seansı hapishanelerin ve onbinlerce insanı tutsak almışsın bu inkarın sonucunda, yeri göğü savaş alanına çevirmişsin peki neyi değiştirebildin,sen bu halkın gözünde devlet töreni gibisin,sana zorunlu oldukları için katlanıyorlar.
..
Ramazan Yüce’yi açıkca kendi kimliğine,insanlığına sahip çıktığı için cezalandırıyorsun,yoksa göstermelik diğer davalardan bende geçtim,(askeri mahkeme)fakat hepsi gelip geçerken,yıllarca örgüt üyesi olmaktan davam devam eti 1997-2002 ye kadar bu yargılamam devam etti.
..
Bu politika artık iflas etmiştir bu coğrafyada,açıkça söylüyorum devlette öyle,neden mi devlet diyorum,normalde bu tür operasyonlar egemenlerin çıkarına gelir yani savaş politikaları Türkiye’de egemenlerin hem koltuğunu pekiştirirken, hemde hakim olan Türk halkını şovanizmle zehirleyerek tamamen burjuva devlet yedeğine düşürülmesi işine yarar.savaş erkek biçimlidir aynı zamanda kadını tamamen yok sayar,kadını kontrol içinde bulunmaz araçtır

..

Fakat yüzyıl sömürgecilik yöntemlerine karşı,bu cografya onurlu dik duruşu sergileyecek bir yürüyüşüde büyütmüştür. sömürgecilik bu zamana kadar örgütlülük gücünü bir sekilde bir noktadan sonra işlevsiz hale getirebilmiş,gemisini yüzdürmeye devam etmiştir.Modern kürt hareketiyle beraber artık bu yöntemin iflas ettiği bu cografya’da ne yapılırsa yapılsın,geri adım atmayan ve tüm saldırılara cevap olan susmayan bir halk ve bunun yansıması olan bir yürüyüş ile karşı karşıya olmasındandır.
..
Ramazan Yüce asıl şimdi esir alınmak istenmektedir. Yüce’nin tutuklanmasının hiç bir hukuki nedeni yoktur,Ramazan Yüce üzerinden verilen inkar politikalarına devam mesajı olduğu çok açıktır.Ramazan Yüce derhal serbest bırakılmalıdır
..
Artık siz sus dediğinizde susacak bir halk ve onu bireyini arıyorsanız hala yenilginizin farkında değilsiniz demektir.

tarafından

HPG gerillaları tarafından esir alınan askerlerden Ramazan Yüce’ye “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla 15 ay hapis cezası verildi.

HPG gerillaları tarafından esir alınan askerlerden Ramazan Yüce’ye “örgüt propagandası yapmak” iddiasıyla 15 ay hapis cezası verildi.

Hakkari’ye bağlı Dağlıca 3. Motorlu Piyade Tabur Komutanlığı’nı koruyan Keritepe ve Peytepe askeri üs bölgelerine 21 Ekim 2007 tarihinde HPG tarafından gerçekleştirilen baskın sırasında esir alınan ve daha sonra serbest bırakılan askerlerden er Ramazan Yüce ve uzman çavuş Halis Çağan’ın Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ”suçu ve suçluyu övmek”, ”basın yoluyla örgütünün propagandasını yapmak” suçlarından haklarında açılan davaya devam edildi. Cumhuriyet savcısı, sanıklardan Halis Çağan’ın beraatını, er Ramazan Yüce’nin ise “örgütün yayın organına yaptığı açıklamalar” nedeniyle ”basın yayın yoluyla silahlı örgüt propagandasını yapmak” suçundan cezalanmasını istedi. Mahkeme verdiği kısa aranın ardından ”basın yayın yoluyla örgüt propagandasını yapmak” suçundan yargılanan uzman çavuş Halis Çağan için beraat kararı verdi. Sanık er Ramazan Yüce’ye ise, ”basın ve yayın yoluyla silahlı örgütün propagandasını yapmak” suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi.

Dağlıca bölgesinde 21 Ekim 2007 tarihinde HPG’liler tarafından yapılan baskında yaşanan çatışma sonrası uzman çavuş Halis Çağan, çavuş Mehmet Şenkul, erler Ramazan Yüce, İlhami Demir, İrfan Beyaz, Özhan Şabanoğlu, Fatih Atakul ve Fuat Başoda esir alınmıştı. 8 asker daha sonra HPG’liler tarafından serbest bırakılmış fakat 10 Kasım 2007 tarihinde Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Van Askeri Mahkemesi tarafından tutuklanmıştı. Van Askeri Mahkemesi’nde, 18 Aralık 2009 tarihindeki son duruşmada, sanıklardan er Ramazan Yüce’nin ”alenen askerleri itaatsizliğe teşvik” suçundan 2 yıl 6 ay, uzman çavuş Halis Çağan’ın ”görevi ihmal” suçundan 1 yıl 8 ay, erler Fuat Başoda, İlhami Demir, İrfan Beyaz, Mehmet Şenkul, Fatih Atakul ve Özhan Şabanoğlu da aynı suçtan 1 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmış, mahkeme hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına karar vermişti.

Mahkeme ayrıca Yüce ve Çağan hakkında ”suçu ve suçluyu övme ile basın yoluyla örgüt propagandası yapma” suçlarından hazırlanan dosyaya ilişkin ”görevsizlik” kararı vererek, dosyayı Van Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti

ANF NEWS AGENCY

tarafından

Vicdanı retçilerin imza kampanyası internette

Vicdanı retçilerin imza kampanyası internette
10-12-2011   

etha.com.tr

 

Vicdanı retçilerin imza kampanyası başladı

Türkiyeli vicdani retçilerle aydın ve sanatçılar vicdani ret hakkının tanınması için internet üzerinden imza kampanyası başlattı.

Etkin Haber Ajansı / 10 Aralık 2011 Cumartesi, 09:11
İSTANBUL- Türkiyeli vicdani retçilerin “Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır” başlıklı kampanyası başladı. Kampanya kapsamında, http://vicdaniretinsanhakkidir.org sitesinden imza kampanyası başlatıldı. 25 Aralık’a kadar toplanacak olan imzalar, vicdani ret hakkının yeni Anayasa’da tanınması amacıyla Meclis’e sunulacak.

‘VİCDANLARI ZORLAMAYIN’

Türkiyeli vicdani retçiler, kampanya çağrısında Türkiye’nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara dikkat çekiyor: “Savaşın ve savaş hazırlıklarının dolayısıyla zorunlu askerliğin vicdani kanaat ve gerekçeler ile reddedilmesi olan vicdani ret, Türkiye’nin imzalayarak taraf olduğu Birleşmiş Milletler ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ ile ‘Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 18. Maddeleri; ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. Maddesi ve Anayasa’nın 24. ve 25. Maddelerinde güvence altına alınan ‘düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğünün’ meşru bir kullanımıdır.

Bu nedenle vicdani reddin Anayasal bir hak olarak tanınmasını ve bu hakkın kullanımını mümkün kılacak, cezalandırıcı ve ayrımcı olmayan, vicdanları zorlamayan bir yasal düzenlemenin en kısa zamanda yapılmasını istiyoruz.”

Kampanyanın çağrıcıları arasında, Banu Güven, Davut Erkan, Ece Temelkuran, Eren Keskin, Nadire Mater, Rober Koptaş gibi isimler bulunuyor.

******************

Meclis, vicdani retçileri dinledi
 10-04-2012 bianet.org  Benim de söyleyecek sözüm var!  İlgili diğer dökümanlar

“Bugün Türkiyeli vicdani retçiler ve anti militaristler olarak Anayasa Uzlaşma Komisyonu ile görüşüp temel bir insan hakkı olan vicdani reddin anayasal güvence altına alınması gerektiğini anlattık. Bu görüşler aynı zamanda birkaç ay önce vicdani reddin anayasal güvence altına alınması talebiyle imza veren 4 bin civarında yurttaşın da görüşleridir.”
Avukat Hülya Üçpınar, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan (TİHV) Coşkun Üsterci ve vicdani retçiler Ercan Aktaş ile Şendoğan Yazıcı bugün TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda vicdani retle ilgili taleplerini dile getirdiler
Yehova Şahidi’ne Vicdani Ret Hakkı
Kamuda askerlik geliyor -Ş. BURSALI
Askeri Mahkeme Vicdani Reddi Tanıdı
BDP’nin ‘vicdani ret’ teklifi TBMM gündeminde(YASA METNİ)
Vicdanı retçilerin imza kampanyası internette
AİHM Yargıcı: ‘Vicdani ret mutlaka uygulanmalı’

Vicdani Retçiler Anayasa için Meclis’te

Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na giden vicdani retçi ve antimilitaristler, yeni Anayasa’nın 12 Eylül Anayasası’nın tüm olumsuzluklarından arındırılmasını ve vicdani reddin Anayasal güvence altına alınmasını istediler.
Ekin KARACA
ekin@bianet.org
Ankara – BİA Haber Merkezi
09 Nisan 2012, Pazartesi

Avukat Hülya Üçpınar, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan (TİHV) Coşkun Üsterci ve vicdani retçiler Ercan Aktaş ile Şendoğan Yazıcı bugün TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda vicdani retle ilgili taleplerini dile getirdiler.

Vicdani reddin komisyon düzeyinde ilk kez ele alındığı toplantı yaklaşık 40 dakika sürerken Avukat Üçpınar, komisyonda yeni anayasada vicdani reddin hak olarak tanınması gerektiğini savunduklarını söyledi.

Toplantıya Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır Milletvekili Altan Tan, Cumhuriyet Halk Partisi Konya Milletvekili Atilla Kart ve İzmir Milletvekili Rıza Türmen ile Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Erzurum Milletvekili Oktay Öztürk katıldı.

“Gelecek güvenlik değil, haklar üzerinden kurulmalı”

Avukat Üçpınar, Anayasa Komisyonu’na yaptıkları sunumda vicdani reddi “Savaşın ve savaş hazırlıklarının, dolayısıyla da zorunlu askerliğin dini, siyasal, felsefi ve vicdani gerekçelerle reddedilmesi” olarak tanımladıklarını ifade etti.

Üçpınar, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin 26 Ocak 1967’de alınan 337 sayılı kararına atıfta bulunarak “Askerlik hizmeti yapmakla yükümlü kişilerin vicdani ya da dini, etik, ahlaki, insani, felsefi ya da benzer gerekçelere dayanan güçlü kanaatleri nedeniyle silahlı hizmet vermeyi reddeden kişiler bu hizmeti yapmaktan muaf tutulma hakkına sahiptir” dedi.

Komisyon üyeleri ile herhangi bir tartışma yaşanmadığını, kendilerini ilgiyle dinlediklerini söyleyen Üçpınar, AKP’li İyimaya’nın “Kimse askerlik yapmak istemezse sınırları kim koruyacak?” sorusuna “Geleceğin güvenlik konsepti üzerinden değil haklar üzerinden kurulması gerektiğini” söylediklerini ifade etti.

“Vicdani ret Anaysal güvence altına alınsın”

Komisyon toplantısının ardından vicdani retçiler ve antimilitaristler adına bir basın açıklaması okundu. Basın açıklamasına BDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan da katıldı.

CHP’li Rıza Türmen tarafından okunan basın açıklamasında özetle şu ifadelere yer verildi:

“Mevcut Anayasa, 12 Eylül askeri darbesinin ürünü militarist vesayetin anayasasıdır. Bugüne kadar yapılan çok sayıda değişikliğe rağmen antidemokratik niteliklerini halen korumaktadır ve ülkenin karşı karşıya olduğu siyasal ve sosyal sorunlara yanıt vermemektedir.”

“Sadece Anayasa’nın değil toplumun tümüyle 12 Eylül askeri darbesinin olumsuz izlerinden arınabilmesi, dolayısıyla da Türkiye’de özgürlükçü bir demokrasinin ve barışın tesis edilebilmesi için A’ dan Z ‘ye yeni bir anayasanın yapılması vazgeçilemez ve ertelenemez ilk adımdır.”

“Bugün Türkiyeli vicdani retçiler ve anti militaristler olarak Anayasa Uzlaşma Komisyonu ile görüşüp temel bir insan hakkı olan vicdani reddin anayasal güvence altına alınması gerektiğini anlattık. Bu görüşler aynı zamanda birkaç ay önce vicdani reddin anayasal güvence altına alınması talebiyle imza veren 4 bin civarında yurttaşın da görüşleridir.”

“Bize göre oluşturulacak yeni anayasa 12 Eylül Rejiminin güvenlik zihniyetinden ve militarist niteliklerinden tümüyle arınmış olmalıdır. Temel hak ve özgürlükleri sonuna kadar geliştirmeli ve kullanımlarını hiçbir şekilde sınırlandırmamalıdır.” (EKN)

******************************************************

yesilgazete.org

CHP ve BDP’den ‘vicdani ret’e ortak açıklama

10/04/2012
CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen ile BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan, Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na katılan vicdani retçiler ile birlikte TBMM’de ortak basın toplantısı düzenledi.

Basın toplantısında konuşan Rıza Türmen, vicdani reddin askerlikten kaçma bahanesi olmadığını belirterek, “Bugün Avrupa Konseyi’ne taraf olan 47 devletten 45′i Türkiye ve Azerbaycan dışında vicdani reddi kabul etmişlerdir. Türkiye’nin gerek Anayasa’nın 90. maddesi gereğince gerek Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin kararlarını uygulamak yükümlülüğü gereğince yasalarını değiştirip vicdani reddi kabul etmesi gerekiyor. Böyle bir yükümlülüğü var. Anayasaya bir hak olarak girecek mi, girmeyecek mi o noktadayız” dedi.

BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan da, Türkiye’nin bir yükümlülüğü olduğuna işaret ederek, “Seneler geçiyor bir türlü yükümlülüğünü yerine getiremiyor. Yeni Anayasa süreci bir şanstır” dedi. Vicdani retçi Şendoğan Yazıcı ise, “Düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğünün meşru kullanımı olan vicdani reddi güvence altına alan bir anayasa olmalıdır” ifadesini kullandı.

Basın mensuplarının soruları üzerine Kaplan, “Türkiye’de 2 milyon silahlı var. Asker, polis, jandarma, özel tim ve profesyonel ordu. Yani hesapladığınız zaman 37 kişiden birisi zaten silahlı. 30 senedir neyi çözdü, soruyoruz. Demek ki farklı bir yöntem aramamız gerekiyor Meclis’te. Orduları olmayan devletlerde var. Farklı güvenlik sistemleri de var” dedi.

 

 

http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=5&ArsivAnaID=67337


tarafından

Faili Meçhuller ve Kayıplar Çalıştayı’nın sonuç bildirgesinde, kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanması ve çözüm rotasına girilmesi istenerek, Türkiye’nin ihlalleriyle yüzleşerek hesap vermesi gerektiği vurgulandı.

Ateşkes, yüzleş ve hesap ver

Faili Meçhuller ve Kayıplar Çalıştayı’nın sonuç bildirgesinde, kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanması ve çözüm rotasına girilmesi istenerek, Türkiye’nin ihlalleriyle yüzleşerek hesap vermesi gerektiği vurgulandı.

DTK’nin Amed’de düzenlediği „Faili Meçhuller ve Kayıplar Çalıştayı“ sonuçlandı. Kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanması; Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için taraflar arasında kesilen müzakerelerin yeniden başlatılması mesajı veren çalıştayın sonuç bildirgesinde, yüzleşme için bir an önce “Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun kurulması gerektiği” çağrısı yapıldı.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından hafta sonu Amed’de gerçekleştirilen “Faili Meçhuller ve Kayıplar Çalıştayı”nın sonuç bildirgesi açıklandı. Çok sayıda gazeteci, yazar ve akademisyen ile kayıp yakınları, sendika, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı çalıştayın sonuç bildirgesini Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndan Coşkun Üsterci açıkladı. Üsterci, çalıştayda, Türkiye’nin 1915 Ermeni-Süryani kırımıyla başlayıp, Kürtlere, farklı dinsel ve mezhepsel gruplara yönelen katliam ve askeri darbe süreçlerinde yaşanan ağır ihlallerin günümüze kadar büyük altüst oluşlara ve toplumsal travmalara sebep olduğu gerçeğinin ortaya çıktığına dikkat çekti.Müzakereler yeniden başlamalı
Travmatik tarihin son 30 yılda Kürt sorunu nedeniyle yaşanan silahlı çatışmalı ortamdan kaynaklı karmaşık hale geldiğini belirten Üsterci, bu anlamda 90’lı yılların başının kritik bir eşik oluşturduğuna vurgu yaptı. Üsterci, “Faili Meçhuller ve Kayıplar” üzerine araştırma ve çalışma yürüten STK’lerin “Yaşam hakkı ihlali” başlığı altında bu dönemde gerçekleşen faili meçhuller ve kayıpların yanı sıra yargısız infazlar, cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerindeki ölümler, silahlı çatışmalar, sivillere yönelik saldırılar, mayın ve serbest patlayıcıların yol açtığı ölümler ile şüpheli asker ölümleri ve toplu mezarlar hakkında veri ve bilgileri katılımcılarla paylaştığını kaydetti. Üsterci, “Evrensel hukuk açısından da insanlığa karşı suç olarak tanımlanan kayıplar, Türkiye’nin er ya da geç mutlaka yüzleşmesi gereken gerçeğidir” dedi. Hakikatin açığa çıkarılması, ağır hak ihlalleri ile yüzleşilmesi, faillerin cezalandırılması ve bunların sonucunda yaraların sarılarak mağdurun yanı sıra toplumun kendini onarabilmesi için adalete erişimin önündeki her türlü engelin kaldırılması gerektiğini belirten Üsterci, şöyle konuştu: “Bu engellerin başında öncelikle kayıp ve faili meçhul cinayetler yoluyla devletin muazzam yok etme gücünün-şiddetinin toplumda yarattığı korku gelmektedir. Devletin kayıpları yok sayması ve inkar etmesi özellikle kayıp yakınlarının üzerinde bir belirsizliğe yol açmaktadır. Bu belirsizlik halinin beraberinde yarattığı korku ve güvensizlik, yine kayıp yakınlarının adalete erişimine engel oluşturmaktadır. Kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanması ve Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümü için taraflar arasında müzakereler yeniden başlatılmalıdır.”

Türkiye UCM’ye taraf olsun

Coşkun Üsterci, Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun kurulması gerektiğinin altını çizerek, sonuç bildirgesinde yer alan diğer maddeleri şöyle sıraladı:

…..

– Birleşmiş Milletler Kayıplar Sözleşmesi hiçbir çekince koyulmadan derhal kabul edilmelidir. Sözleşmenin gereklerinin yerine getirilerek, sözleşmede belirtilen komitenin yetkileri tanınmalıdır.

…../

– Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf olunmalı ve UCM’nin yargı yetkisi tanınmalıdır.

….

– Silahlı çatışma hukukunda uygulanan Cenevre Sözleşmeleri ek protokolleri onaylanmalıdır.

…./

– İşkence ve kötü muamele, faili meçhul cinayetler ve kaybetme gibi yaşam hakkı ihlallerinde “zaman aşımı” uygulanmamalı, bu konudaki AİHM kararlarına uyulmalı ve mevcut yasalardaki bu konularla ilgili zaman aşımı hükümleri kaldırılmalıdır.

…./

– Meclis’te bu tür yaşam hakkı ihlallerini araştırmak üzere “araştırma komisyonu” oluşturulmalıdır.

…./

– Toplu mezarların açılması işlemlerinde BM tarafından kabul edilmiş olan Minnesota Otopsi Protokolü’nün uygulanması; çalışmalarda bağımsız uzmanların yer alması ve denetime açık olması sağlanmalıdır; Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) tarafından 2003 yılında yayımlanan “Uzman olmayanların ceset kalıntıları ve ölü hakkında bilgi yönetiminde yararlanabilecekleri başarılı uygulamalar” başlıklı kılavuzunun STK’ler tarafından uygulanmasına engel olunmamalıdır.

…./

– Toplu mezar açma ve kanıt toplama, kimliklendirme gibi bütün süreçler başta kayıp yakınları ve insan hakları örgütleri olmak üzere ilgili kişi ve kurumların denetim ve gözetimine açık olmalıdır. Kayıplara ve yakınlarına ait her türlü veri ve bilgiler uluslararası standartlarda toplanarak, güvenirliği sağlanmış bağımsız organ/birimlerde saklanmalıdır.

…./

– Toplumsal belleğin belirsizlikten kurtulması için faili meçhuller ve kayıplar konusunda çalışma yürüten ve arşive sahip olan STK’ler arşivlerini herkese açmalı, ortak çalışma ve mücadele yürütmenin koşullarını oluşturmalıdır.

…./

–  Başta Adalet ve İçişleri bakanlıkları olmak üzere ilgili devlet birimleri kayıplar ve faili meçhul cinayetler hakkında sağlıklı veri ve bilgi akışı sağlamalı ve arşivlerini kamuoyuyla paylaşmalıdır.

…./

– Toplumunun her bakımdan hapsolduğu travmatik süreçlerle baş edebilmesi için “Gerçek / Hakikat Hakkı”, “Adalete Ulaşım” ve “Onarım Programları” gibi alt başlıklardan oluşabilecek bütünlüklü programlar oluşturulmalıdır. n AMED
75

tarafından

TÜRK KIZILAYINI 7.MADDESİNİN F FIKRASINI UYGULAMAYA ÇAĞIRIYORUZ

“Türkiye Kızılay Derneğinin Amaç, Görev ve Sorumlulukları

kızılay’ın görevleri

made 7

f) ‘Türk dost ve düşman savaş esirleri ile gözaltına alınanlarla, sığınmacı veya mültecilerin değiştirilmesine, aileleriyle haberleşmelerine, kayıpların aranmasına ve bu kişilere ait para, eşya ve diğer kıymetli evrakın ulaştırılmasına aracılık etmek ve bu hizmetleri yürütmek amacıyla gerekli haberleşme sistemleri ve birimleri oluşturmak.’ “(Türkkızılay sitesi)

****
tüzüğünüzde bulunan madde 7,f fıkrası gereği devletin PKK’nin elinde unuttuğu esir askerlere ulaşmanız ve esir askerlerin tekrar geri getirilmesi çalışması için, sizi devlet ve PKK arasında arabuluculuk  görevini yerine getirmeye davet ediyoruz

https://esiraskerhakki.wordpress.com/

tarafından

ŞALİT İÇİN DEVREYE GİREN BAŞBAKAN,VE TÜRK KIZILAY’I KENDİ DEVLETİNİZİN MENSUPLARI İÇİN NE BEKLİYORSUNUZ…

 

ŞALİT İÇİN DEVREYE GİREN BAŞBAKAN,VE TÜRK KIZILAY’I KENDİ DEVLETİNİZİN ESİR MENSUPLARI İÇİN NE BEKLİYORSUNUZ,NEDEN HAREKETE GEÇMİYORSUNUZ



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Burada bir yanlışı gösterirken bir başka yanlışın içerisine girme gibi bir derdimiz yoktur.Basbakan ve Türk Kızılay’ı hatta hükümet,iddaalar doğru ise böyle bir girişimin içersinde yer aldılar.

Doğrusuda bu şekilde hareket etmektir,yanlız öncelikle Kızılay yetkilerine sormak gerekiyor,siz uluslararası sözleşmeleri,kendi inanış biçimlerinize göremi yorumluyor hareket ediyorsunuz.

KIZILAY’A

soru: Neden bu zamana kadar PKK’nin eline düşen esirler ile ilgili hi.ç bir girişimin parçası olmadınız, hadi getirilme sorunuyla ilgilenmeyin,özerk olmayan yanınızı bu bağlayabilir,peki bu zamana kadar esir düşen insanların sağlık koşullarını izlemek içinde neden hareket etmeyi düşünmediniz.

BAŞBAKAN’A

soru:Yaptıgınız hareket uluslararsı ilişkiler açısından örnek alınması gereken bir davranıştır,fakat sizde aynı anlayışı ulusal anlamda ve kendi devlet mensupları için gerçekleştirmiyor böylesi bir çifte standarta düşebiliyorsunuz ,bu davranışınız akla başka başka soruları getirebiliyor,biz o soruları geçerek  hala ne bekliyorsunuz,hangi zamanı bekliyorsunuz bunu merak ediyoruz..

Yedioth Ahronot gazetesi haberini aşağıda veriyoruz,takdiri size bırakıyoruz.Biz esir asker hakları sakinleri olarak bu anlamlı sorular sormaya devam edeceğiz..

****

İsrail basını, beş yıl önce kaçırılan İsrail askeri Gilad Şalit’in kurtarılması için Türkiye’nin ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın devrede olduğunu yazdı……

 
Yedioth Ahronot gazetesi haberine göre…

 

 

TEL AVİV – Yedioth Ahronot gazetesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun geçen günlerde yaptığı bir açıklamada “Şalit için son birkaç gündür uluslararası unsurların çalışmalar yaptığı” yolundaki sözlerini hatırlatarak, “Netanyahu’nun gerçekte Hamas üzerinde muhtemelenMısır‘dan da öte, en fazla etkiye sahip Türkiye‘yi işaret ettiğini” savundu.

Musevi kökenli Türk işadamı Eliko Dönmez’in geçen yılki Mavi Marmara olayından sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile karşı karşıya geldiğini ve Erdoğan’a Şalit’in babası Noam Şalit’ten bir mektup ilettiğini kaydeden gazete, Noam Şalit’in Erdoğan’dan, “Hamas üzerindeki etkisini kullanarak, Şalit karşılığında 1000 Filistinli tutuklunun serbest bırakılması yönündeki Alman arabulucunun önerisini kabul etmesi için örgütü ikna etmesini istediği” kaydedildi.

MESELEYİ BİZZAT ÜSTLENDİ
Gazete, Türkiye‘nin bu mektuptan sonra konuya müdahil olmaya başladığını, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu‘nun muhtemelen konuyu Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal ile birkaç kez görüştüğünü yazdı. Türk Kızılayının da çabalara dahil olduğunu ve Gazze’deki temsilcileri aracılığıyla Hamas’ı ikna etmeye çalıştığını öne süren gazete, “Konuya yakın kaynaklar, Erdoğan’ın meseleyi bizzat üstlendiğini belirttiler. Aynı kaynaklara göre, Erdoğan’a sorunu başarıyla çözmenin gerek İsrailliler nezdinde, gerekse Arap ve İslam dünyasında konumunu yükselteceği söylendi” ifadelerine yer verdi.

İsrail‘in Kanal 2 televizyonu da benzer bir haber yayımladı. Haberde, Alman arabulucunun, İsrail ile Hamas arasındaki dolaylı tutuklu takası görüşmelerinde başarısız olmasından sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘ın Şalit meselesinde bizzat her türlü çabayı gösterme taahhüdünde bulunduğu öne sürüldü. (ntvmsnbc)

tarafından

Xelkê ra mesî gir e ji xwera kusî gir e*

Xelkê ra mesî gir e ji xwera kusî gir e*

Nagihan AKARSEL / ANKARA-DİHA
Güncellenme : 04.08.2011 08:59
9 Temmuz’da Amed-Çewlîg (Bingöl) Karayolu’nda Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve sağlık teknisyeni Aytekin Turhan’ın HPG’liler tarafından alıkonulması esir askerler konusunu tekrar gündeme getirdi. Başka ülkeler esir askerler konusunda kıyametleri koparırken, Türkiye sessizliğe büründü. Dünyada en çarpıcı örnek, 5 Haziran 2006’da Hamas tarafından esir alınan İsrailli asker Gilad Şalit şahsında yaşandı. Şalit için İsrail devleti, uluslararası kamuoyu oluşturmak başta olmak üzere pek çok girişimde bulundu. 2 Ekim 2009’da Gilad Şalit’in canlı olduğunu gösteren görüntüler karşılığında 20 kadın tutuklu serbest bırakıldı. 2010 yılında Şalit’in ailesi ve sevenleri, Şalit’in serbest bırakılmasında gerekli çabayı göstermediğini düşündükleri İsrail hükümetini protesto etmek ve kamuoyu baskısını yaratmak amacıyla 12 gün süren uzun bir yürüyüş başlattı. Yürüyüşe 10 bin dolayında insan katıldı.

Erdoğan Şalit için devrede

Türkiye’de ise esir alınan askerler görmezden geliniyor. Esirler konusunda bir girişimde bulunmak bir yana açıklama dahi yapmayan Başbakan Tayyip Erdoğan, İsrailli asker Şalit için devreye girdiği geçtiğimiz gün İsrail basınında yer aldı. Erdoğan’ın bu girişimi uzun süre İsrail basınında yankısını buldu.

Daha önce 1992, 1993, 1994, 1996, 2005 ve 2007 yıllarında toplam 7 kez asker kaçırma eylemi düzenleyen PKK, en son 9 Temmuz’da Licê’nin Fis köyünde Astsubay Abdullah Söpçeler, Uzman Çavuş Zihni Koç ve sağlık teknisyeni Aytekin Turhan’ı esir aldı. PKK bugüne kadar esir aldığı 36 askeri serbest bırakırken, Türkiye esir askerleri tutukladı, teslim alan heyetler ise soruşturmalık ve davalık oldu.

Sessizlik yine bozulmadı

Türkiye, 8. esir asker olayında da sessizliğini bozmadı. Yine sivil toplum örgütleri harekete geçti. En son Roj TV’de yayınlanan esir asker görüntülerinden sonra sivil toplum örgütleri temsilcileri, gerekli girişimleri yapmaya hazır olduklarını deklare etti. Eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, 22 Ekim 2007 yılında Oramar’da (Dağlıca) esir alınan 8 asker için ifade ettiği “Keşke ölseydiler” sözleri hâlâ tüm canlılığını koruyor. Yetkililerin bu yaklaşımı, 9 Temmuz’da esir alınan askerler için de hiçbir girişimin olmayacağının işaretlerini veriyor.

Askerler için heyet kuruldu

HPG tarafından alıkonulan uzman çavuş Zihni Koç’un babası Veysel Koç, Roj Tv’de Erdal Er’in sunduğu Rojaktuel programına canlı telefon bağlantısı yaparak, kamuoyuna çağrıda bulundu. Telefonla bağlanan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ve Ferhat Tunç’un ardından konuşan Koç, “Artık yeter akan bu kan durdusun. Herkesin bunun için çalışması lazım. Her iki taraftanda insanlar ölmesin. Ferhat Tunç daha Dersim’de bir erin serbest bırakılmasında rol oynadı. Ferhat Tunç’dan, Türkdoğan’dan ricam devreye girsinler” diyerek, kendisinin de heyette yer alabileceğini söyledi. Alıkonulan Çoşkun Kırandi’nin teslim edilme sürecini hatırlatan Tunç ise “Devlet, Kırandi’yi öldürmek istedi. Zorluklara rağmen Kırandi’yi sağ selim alıp ailesine teslip ettik ve bu büyük bir mutluluktu. Şimdi de sanki askerleri öldürmek için uğraşılıyor.  Öncelikle bu sürenin sağlıklı yürümesi için operasyonların durulması ve hükümetin adım atması lazım. Operasyonların durdurulması esir askerlerin can güvenliği için şart” diye konuştu. Programda konuşan Türkdoğan da yayından sonra sivil toplum örgütleri ile görüşerek, heyet oluşturacaklarını söyledi.

 

*Başkasına balık tutar, kendisine kaplumbağa

tarafından

ESİR ASKER HAKLARI( cenevre sözleşmesi ek protokol 2, toplam 5 bölüm 28 maddeden oluşur)

ESİR ASKER HAKLARI
***
1. Savaş dışı kalmış kişilere ve düşmanlıkta direkt taraf olmamış kişilerin yaşamlarına, fiziksel ve moral bütünlüklerine saygı gösterilecek ve bu kişiler düşmanca bir ayrım yapılmaksızın korunacaklar ve insanca davranılacaktır. 
2. Teslim olan veya savaş dışı kalmış bir düşmanı öldürmek veya yaralamak yasaktır. 
3. Yaralı ve hastalar çatışmada yetkisi dahilinde oldukları tarafça kurtarılıp tedavi altına alınacak ve korunacaktır. Koruma tıp personelini, tesisleri, ulaşımı ve tıbbi malzemeyi de içerir. Kızılhaç amblemi (Kızılay, Kızılaslan ve Güneş) bu tip bir korumanın işaretidir ve saygı gösterilmelidir. 
4. Karşıt bir tarafın yetkisi dahilinde el altında bulunan esir savaşçılar ve sivillerin yaşamlarına, onurlarına, kişisel hak ve kararlarına saygı gösterilecektir. Bunlar tüm şiddet ve misilleme hareketlerine karşı korunacaklardır. 
5. Herkese temel hukuki garantilerden yararlanma hakkı tanınacaktır. Hiçkimse işlemediği bir suçtan dolayı sorumlu tutulamaz. Hiçkimse fiziksel, psikolojik işkenceye, bedeni cezaya veya onur kırıcı veya küçük düşürücü davranışa tabi tutulamaz. 
6. Çatışma tarafları ve silahlı güçlerinin savaş yöntemleri ve araçları konusunda sınırsız seçeneğe sahip değildirler. Sınırsız, aşırı acıya ve gereksiz kayıplara yolaçacak savaş araç ve yöntemlerini kullanmak yasaktır. 
7. Çatışma tarafları, sivil halkı korumak amacıyla, her zaman sivil halk ve savaşçılar arasında ayrım gözetecektir. Ne sivil nüfus ne de sivil kişiler saldırı hedefi olmayacaktır. Saldırılar sadece ve sadece askeri hedeflere yöneltilecektir. (ek protokol 2, toplam 5 bölüm 28 maddeden oluşur)