tarafından

Kalkan: Serbest bırakma süreçle bağlantılı olur

Kalkan: Serbest bırakma süreçle bağlantılı olur

anf haber
ERDAL ER, BEHDİNAN 26.02.2013
Kürt Halk Önderi Öcalan’ın esirlerin serbest bırakılmasına dönük çağrısının iki tarafa da yapıldığının altını çizen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan, serbest bırakılmanın koşullarını açıkladı. Demokratik sürecin ilerlemesi halinde buna kapalı olmadıklarını söyleyen Kalkan, “ancak tek taraflı olarak kimse bizden bunları beklemesin” dedi.

Gündemin ana konusu İmralı görüşmeleri. En çok merak edilen; KCK ve PKK süreçle ilgili ne düşünüyor, nasıl bir yol izleyecek? Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın açıklamalarını nasıl okumak lazım? HPG’nin elindeki esir askerler serbest bırakılacak mı? Gerilla Kuzey’den Güneye geri çekilecek mi? Askeri operasyonlar, hava saldırıları devam ederse Halk Savunma Güçleri (HPG) karşı operasyon yapacak mı? AKP hükümeti Kürt sorununu mu çözmek istiyor? PKK’yi mi tasfiye etmek istiyor? KCK ilkesel olarak neye ‘evet’ neye ‘hayır’ diyecek? Kürdistan dağlarında bütün bunlar ve daha fazlasını KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan’a sorduk.

İMRALI’DAKİ GÖRÜŞMELER BAŞLANGICIN ARAYIŞI

Cumartesi günü ikinci BDP heyeti Sayın Öcalan’ı ziyarete gitti. Beş saatlik uzun bir görüşme yapıldı, hemen ardından da, Pervin Buldan Öcalan adına kısa bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Evet, ikinci heyetinde görüşme sonrası kısa açıklamasını izledik. Belli bir tartışma yapıldığı anlaşılıyor. Belli ki bazı şeyler hazırlanmaya çalışılıyor. Geçmişte de Önder Apo bu tür görüşmeler için şunu demişti: ‘‘Çözümün, barışın arka planını hazırlıyoruz. Zihniyet temelini hazırlıyoruz.’’ Hala bir hazırlık çalışması içinde olunduğu anlaşılıyor. Bir kararlılık, netlik var. Fakat bu bir sonuç değil. Hatta bir başlangıç bile değil, hatta bir başlangıcın arayışı denilebilir. Umudun yaratılması, yeniden bir istek, niyet, başlangıç oluşturulması, çabası var. Hazır bir şey yok. Aslında her şeyi biraz zorlu bir mücadele ile adım adım hazırlama çabası var. Zaten bu Önder Apo’nun tarzıdır. Kürdistan’da özgürlük mücadelesi hazırda bir şey olmadan, böyle gelişti. Şimdi çözüm için de siyasetin işlevsel hale gelmesi içinde hazır bir durum olmadığı gibi, engel de çok.

Psikolojik, zihniyet, politik engeller var. Bu engelleri aşmak için İmralı’da iğne ucu ile kuyu kazarcasına bir çabanın, çalışmanın yürütüldüğü anlaşılıyor. Tabi iyimserlik yayılıyor, doğal olarak yeni bir süreç, yeni bir başlangıç yapılmak istendiği için. Bu konuda zaten biliyorsunuz Kürt tarafının bir muğlaklığı yok, bir karşıtlığı yok, bir parçalılığı da yok. Önderliği ile PKK ile demokratik siyaset ile, çok değişik halk kesimleri ile, farklı eğilimleri ile Kürtler çözümde, demokratik siyasi çözümde, bu temelde barışın gelmesinde kararlılar, isteklidirler netler. Ama tabii tüm bunlar tek taraflı olmuyor.

ESİR BIRAKMANIN KOŞULLARI VAR

Sayın Öcalan’dan çağrı geldi. Karşılıklı esirlerden söz etti. Bu aslında iki tarafa çağrıydı ancak, Türk medyasına baktığımızda sadece size yönelik bir çağrıymış gibi yansıtılıyor. Aslında iki tarafaydı? Hangi koşullarda esirleri bırakmaya evet diyebilirsiniz?

İnsani açıdan da, politik açıdan da diyeceğimiz, reddedeceğimiz, katılmayacağımız bir durum yok. Hareket olarak, onun militanları olarak zaten bu zihniyet, bu anlayış ile doluyuz. Zaten eğer dikkat edilirse eğer sorun tutuklamalar ile çözülseydi, biz de AKP’nin yaptığı gibi çok tutuklayabilirdik. Nasıl ki onlar KCK terör örgütüdür, KCK’ye sempati beslemek bile suçtur. Hakkı tutuklamaktır, diyerek sürek avı yürütüyorlarsa yaklaşık dört yıldır, biz de onun karşılığını söyleyebilirdik, TC devletinin görevlisi olmak soykırım suçu işlemektir, bunun yöneticisi olarak AKP’li olmak bu suçun yürütücüsü olmaktır, o halde bunun hakkı tutuklamaktır diyerek yüzlerce insanı tutuklayabilirdik. Buna gücümüz de vardı, fakat yapmadık. Aslında bir uyarı idi bizimkiler sadece bir karşıtlığının gösterilmesi idi. Bununla sınırlı kaldık.

Serbest bırakma hangi koşullarda olur; bir boyutu süreçle bağlantılı olur. Önder Apo’nun geliştirmeye çalıştığı demokratik süreç ilerlerse, bu ortamı yumuşatırsa iyi niyet yaklaşımları olarak karşılıklı bu tür adımlar gündeme gelebilir. İkincisi, arabulucular olur, karşılıklı görüşmeler olursa böyle bir durum yine gelişebilir. Bizim insanları uzun tutma, çok tutma, tutuklu yapma gibi bir niyetimizin yaklaşımımızın olmadığı açık. Uyarı olarak bunu yaptık. Mevcut tutuklular da semboliktirler aslında. Yani tutuklamanın sadece kendilerinin yetkisinde olmadığını göstermek istiyoruz. Bu bakımdan mevcut olanları da çok tutalım, suçludurlar, bizim esirlerimiz olsunlar dediğimiz yoktur. Ama karşılığı var bunun.

Bu kadar siyasi soykırım operasyonu sürerken, KCK operasyonu adı altında binlerce insan sorgusuz sualsiz yıllarca bu biçimde tutulurken, hangi barıştan hangi demokratik çözümden, hangi demokratik siyasetin işlerliğinden söz edebiliriz? Eğer gerçekten bir yumuşama, demokratik siyasete işlerlik kazandırılacaksa bu, demokratik siyasetin özgürlüğü ortamında olur. Demokratik siyasete özgürlük olsa, binlerce KCK ya da BDP’li olarak insanlar tutuklanmış olmaz, bırakılır. Deniliyor ki, silah sussun, siyaset konuşsun. Siyaseti konuşturmayan AKP oldu. Bunların gündeme getirilmesi lazım.

TEK TARAFLI OLMAZ

Önder Apo’nun çağrısını da tek yanlı anlamadık. Karşılıklı olmasını temenni ettiğini anladık. Öyle bir arayış gelişirse biz kapalı değiliz, açığız. Tek taraflı olarak da kimse bizden bunları beklemesin. Geçmişte yaptık bunları, çeşitli çevreler araya girdiler kıramadık. Aileler araya girdi, kıramadık. Biz insani bir hareketiz. O insanlarla çok sorunumuz yok, o insanları o duruma getiren siyasetle sorunumuz var. O nedenle mevcut insanlara da öyle yaklaşıyoruz. Zorda olma durumları yok. Bizden yana onları zorlayıcı bir yaklaşım yok. Eğer Hükümet saldırılarıyla onları da hedeflemezse, aileleri müsterih olabilir. Ama tabii iş artık siyasidir. Madem siyasi çözüm isteniyor, bu siyasi mücadele demektir. Bu siyaset de karşılıklıdır, tek yanlı olmaz.

Pervin Buldan açıklama yaptı. İki tarafa çağrısı var dedi. Medyanın bir tarafı tümden yok sayması, manipüle etmesi, olduğu gibi sizi işaret etmesi bu dil çözüme hizmet eder mi?

Önder Apo’nun medyaya da çağrısı vardı. Pervin Buldan önce o çağrıyı belirtti. Mesaj önemliydi, anlamlıydı. Biraz da bana göre imalıydı. Çok çalışıyor, emek harcıyorsunuz dedi ama biraz da yanlış yapıyorsunuz demeye geldi. Bunu uygun bir üslupla söyledi bu benim yorumum tabii. Medya gerçekten olumlu rol oynamıyor. Tarafgir yaklaşıyor. Oysa demokratikleşme basın özgürlüğüyle etle tırnak gibi iç içedir. Kürt sorunu gibi çok insani çok haklı bir sorun, basın özgürlüğü ile bütün özgürlüklerle iç içedir. Ulusal özgürlük, dil özgürlüğü olmadan ifade özgürlüğü olur mu basın özgürlüğü olur mu? Bu medya kendi özgürlüğüne kendi kimliğine ters düşüyor. Onun sonucunda Buldan’ın sözlerini böyle yorumluyor. Taraf, kuruluşları böyle. Biraz tarafsızlığa doğru geldiler mi uyarı alıyorlar Hükümet’ten. Hiçbir diktatörlükte bile böyle baskı yok. Hemen toplantıya çağrılıyorlar ya tehdit ediliyor ya çeşitli tavizlerle satın alınmaya çalışıyorlar. Ondan sonra da tümüyle Hükümetin politikaları doğrultusunda yayın yapıyorlar. Toplumun sesi, toplumun vicdanı, özgürlüğün haklılığın temsilcisi değil de egemen siyasetin sözcülüğü gibi hareket ediyorlar. Bu medyanın Türkiye toplumundaki milliyetçi-şoven zehirlenmede sorumluluğu vardır. Sinop’ta, Samsun’da, Hatay’da olanlardan AKP-CHP-MHP sorumlu olduğu kadar medya da sorumlu. Hatta belki daha fazla sorumludur. Çünkü topluma ulaşan, insanların duyularına, duygularına hitap eden medyadır. Medyanın tarafgir yaklaşımının Türkiye toplumundaki karşılığı da bu histerik, ırkçı yaklaşımlardır.

AKP KENDİNİ BİR KEZ DAHA DENEDİ AMA BAŞARAMADI

Bir yıl öncesine kadar entegre stratejisi, Srilanka modeli size karşı başka konseptlerden söz ediliyordu. Ne oldu da AKP hükümeti böyle bir süreç başlatma ihtiyacı hissetti?

Kendini bir kere daha denedi. Kendinden önceki hükümetlerin uygulayıp da başarılı olamadığı yöntemlerle PKK’ye, Kürt direnişine karşı saldırı yürütmede kendini denedi. Özellikle 12 Haziran 2011 seçim sonuçlarını bu temelde yorumladı. Bir güçlülük yeniden kazanma anlayışıyla ele aldı. Aslında AKP yöneticilerinin böyle bir yaklaşımı yoktu. İyi hatırlıyorum, iyi de izledim. 12 Haziran seçim sonrasındaki Başbakan’ın diğer AKP yöneticilerinin tutumunu. Bu noktada yine medyanın rolü oldu. Bazıları, kusura bakmasınlar ama yardakçı diyeceğim-, o tür çevreler o kadar abarttılar o kadar şişirdiler ki; şöyle kazandınız. Üçüncü defa iktidar oluyor, yüzde 50’ye yakın oy aldı. Oysaki AKP İktidarı 12 Haziran seçimlerini kazanamadı. Seçimler öncesinde meclisteki milletvekili sayısı daha fazlaydı. Onu tek başına en azından anayasa değişikliğini halk oylamasına götürecek çoğunluğu istiyordu. Mümkünse tek başına anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşmak istiyordu. Hedefi buydu. Tamam yüzde 50’ye yakın oy aldı ama Meclis grubu zayıfladı, azaldı. Bunu iyi hissetti Başbakan diğerleri. Ama çevre o kadar pohpohladı ki artık geri adım atamaz duruma düştü. Öyle olsa diğerlerini kaybedecek uzaklaştıracaktı. Böylece biraz da manipüle edildi, itildi AKP bir politika içerisine. Tekrar işte ben silahla şiddetle PKK’yi ezerim tasfiye ederim, gerillayı ezerim, marjinalleştiririm, İmralı’da tecrit uygularsam, Demokratik siyaset alanında soykırım operasyonlarını çok daha yaygınlaştırırsam, zindanlar üzerinde baskı uygularsam, Amerika ile çok daha fazla işbirliği yapar, Suriye üzerinde de işbirliğine ulaşır, gerekli teknik ve ekonomik siyasi desteği alarak tüm askeri imkanları harekete geçirirsem, tekniğe dayalı keşif istihbarata dayalı, biraz da özel eğitilmiş paralı güce dayalı operasyonlarla daha önceki hükümetlerin şiddetle savaş yoluyla PKK’yi, özgürlük hareketini marjinal kılma veya imha ve tasfiye etme planı yapıp da başaramadıklarını ben yapabilirim, onların gerçekleştiremediklerini ben gerçekleştirebilirim hesabı yaptı. Böyle bir hesapla yöneldi. Sadece PKK’ye yönelmedi 12 Haziran seçimlerinden sonra. Bütün siyasete yöneldi. MHP, CHP’ye, BDP’ye yöneldi. Seçilmiş milletvekillerini cezaevinden bıraktırmadı. Muhalefetin sesini kesmek için siyasi iradelerini kırmayı hedefleyen bir sürü baskı uyguladı. Uygulanan bir tür siyasi terördü. PKK’ye düşen de imha ve tasfiye amaçlı topyekûn özel savaş konsepti temelindeki saldırılar oldu. Bunu bütün boyutlarıyla yaptı. Özel savaşı bütün boyutlarıyla yürüttü, psikolojik savaş başta olmak üzere tüm medyayı harekete geçirdi. Liberalleri etkiledi, yanılttı. PKK başlattı, PKK savaş ilan etti, Silvan olayı bunun başlangıcı diyerek yanılttı etkisi altına aldı. Böyle bir saldırıyı destekler hale getirdi. Bu temelde ekonomik, siyasi, kültürel, ideolojik, psikolojik, diplomatik ve askeri alanlarda bir imha ve tasfiye hareketi yürüttü. 2011’de, Önder Apo ile görüşmeme durumu 1.5 yılı aşıyor. Avukatları tutuklattı, bürolarını bastırttı, kitaplarını yasaklattı. Önder Apo’ya ilişkin ne varsa her şeyi yasak ilan etti, medyada da karalama kampanyası başlattı. Bu, Önderliğimize dönük saldırıydı. Gerillaya dönük geçmişte hükümetlerin ABD’nin yürüttüğü savaşta edindikleri tecrübenin hepsini gözden geçirerek topyekun kullandı. AKP’nin yürüttüğü savaş, kendinden önceki hükümetlerin hepsinden daha fazla daha boyutluydu, psikolojik boyutu, yine teknik boyutu çok daha fazlaydı. Yani elinden gelen her şeyi yaptı. Umutlanmıştı. AKP’ye sen yaparsın dediler o da başarırım sandı. Başarılı olamadı. Görüşmeler, bütün bu planın başarılı olmaması sonucunda ortaya çıkıyor. AKP o saldırıları yürüttükçe gördü ki, bırak tasfiyeyi gerilla büyüyor. Gerillaya katılım artıyor. Gerillanın öfkesi, vuruş gücü artıyor. PKK’nin kitle desteği artıyor. Uluslar arası desteği artıyor. Türkiye’deki demokrasi güçlerinin desteği artıyor. PKK büyüyor. 12 Haziran seçimlerinden sonra gelişen direnişle PKK kendisini ikiye katladı. Her bakımdan gelişme sağladı. Sonunda bunu görünce o politikanın yanlış olduğunu görüp politika değiştirdiler.

AKP’NİN İNSANCILLAŞTIĞI YOK ÇARESİZDİR

Bazı gazeteciler Sri Lanka modelinden bahsediyordu. Bu konsept tamamen çöktü mü?

Fethullah Gülen’in uğursuz açıklamaları vardı, “vurun kırın” diye. Diğerleri yapamadı ama Srilanka Tamile karşı yaptı dediler. Halbuki Tamil kendi içinde parçalandı. Kendi durumlarından kaybettiler, Srilanka saldırılarından olmadı. Ama yanılttılar. Kendi şoven görüşlerini gerçek yerine koydular. AKP yönetimini yönlendirdiler, buna ne kadar inandılar bilemeyiz ama AKP yönetimi buna alet oldu. PKK’nin tasfiye olacağı yönünde bir konsept oluşturdular. 2011 Temmuz’undan 2012 Ağustosuna kadar bu planla saldırı yürüdü. Yani Tayyip Erdoğan’ın danışmanı, Yalçın Akdoğan’lar Mart’a kadar PKK bitecek diyorlardı.

Kürt direnişi tarafından politikaları başarısız kılındığı yenilgiye uğratıldığı için geçerliliği kalmadı. Başarısız kalınca birçok çevrede hatta Türkiye’nin müttefiklerinde bile artık AKP’nin yaklaşımlarıyla da olmayacağı düşüncesi gelişti. Şimdi Erdoğan zehir de içerim, bütün riskleri üstleneceğim diyor. Ne kadar tutarlı, güven vermiyor, ama şunu anlamak gerekiyor; çaresiz kalmıştır. Başka türlü PKK’ye karşı başarılı bir mücadele yürütemeyeceği noktasına gelmiştir. Yoksa insancıllaştığı yok. Bu kadar kanı kim akıttı, bu kadar çocuk zindanlara konuldu, katledildiler. AKP dönemindeki kadar polis zulmünü hiçbir dönemde görmedik. Kontrgerillanın zulmü oldu. Asker baskısı oldu 12 Eylül döneminde, Çiller döneminde, bu tür şeyler oldu. Ama AKP gerçekten de Türkiye’yi bir polis devleti haline getirdi. Faşist, Kürt düşmanı, kadın düşmanı, emekçi düşmanı bir polis ortaya çıkardı. Bu polis yıllardır Kürt halkının üzerinde olabilecek en ağır işkenceyi uyguluyor. Bütün bunlar AKP yönetimi altında oldu. Şunu söyleyebilir insan; 2002’de iktidara geldiğinde gerçekten AKP’nin eli kanlı değildi. Necmettin Erbakan yönetimi altında bugünkü AKP’liler hep kenardaydılar. Biraz da savaş rantçısıydılar. Herkes savaşa girdi, gücünü savaşta harcadı, kendisini tüketti. AKP buna girmeyerek palazlandı. Boşluk olunca da fırsat bildi, iktidara geldi. Ama geçen 10 yıl içinde değişti, eli kanlıdır.

AKP SADECE KELİME OLARAK ‘ÇÖZÜM’ DİYOR

Bir yandan da operasyonlar sürüyor…

AKP’nin yaklaşımı çözüm yaklaşımı değil, sadece kelime olarak ‘çözüm’ diyor. Yani neyi çözecek? PKK’yi mi çözecek, İmralı’yı mı çözecek. Yoksa Kürt sorununu mu çözecek, faşist milliyetçi histeriyi mi çözecek, o belli değil. Ciddi bir çözüm yaklaşımı yok. Söyleminde ve eyleminde bir tutarlılık yok. Söylemi de kupkuru, açık değil, muğlak. Çözümden söz ediyor umut vermeye çalışıyor. Mücadelci ortamı kırmaya çalışıyor. Baktılar ki 2011 seçimlerinden sonra kendileri geriliyor. PKK ve demokratik güçler gelişiyor. Şimdi bunu değiştirmek istiyorlar. Ortamı yumuşatarak yumuşatıcı sözler söyleyerek o ortamdan yararlanıp oy oranlarını, siyasi etkilerini artırmaya çalışıyorlar. AKP yaklaşımında oy yaklaşımı, politik yatırım çok önde. Mesela Mardin’i büyükşehir yapmış orayı almak için bizzat Tayyip Erdoğan neredeyse Mardin Valisi haline gelecek. Benzer pilot bölgeler seçmişler. Hepsini seçim için yapıyor, seçimi kazanmak için ona uygun bir zemin yaratmak istiyor diyenler var. Bu görüş yanlış değil. Tam yeterli olmayabilir, amacı tümden bu denilmeyebilir. Ama bir boyutu seçimi kazanmak için ortamı yumuşatmak oluyor. Ama tek o değildir. Kürt halkını, mücadele gücünü yumuşatmaya çalışıyor. Ama kendi vurma güçlerini hazır tutuyor. Burada akıl alır bir şey. Geri çekilme diyor. “Giderlerse onlara bir şey demeyeceğim” diyor. Gitmezlerse de bir şey diyemiyorsun zaten! Lütuf mudur bu? Gidin dediği yerleri bombalıyor, giderken de bombalıyor. Bir şey demem diyor ama, Paris’i de vuruyor. Ne yapacağı belli değil, tutarlı değil. Sorun çarpıtılıyor, sorun açık ortaya konmuyor. Sorun Kürtlerden kaynaklıymış gibi ortaya konuluyor. Kürtler bölücü ilan edildi şimdiye kadar. Bölücünün kim olduğu, ayrılıkçının, saldırganın kim olduğunu Sinop’ta Samsun’da Hatay’da gördük. Hangi partilerin, hangi toplumların birbirine düşmanlık oluşturmada ne duruma geldiklerini görüyoruz. Herhalde Sinop’taki durumu PKK yaratmadı. AKP siyaseti, MHP, CHP siyaseti yarattı. Kürtleri inkar eden onun arka planındaki psikolojik savaş yarattı. Öyle yaptılar ki insanları tam bir histerik ırkçı duruma getirdiler. Kürt gençlerine savaşır kılabilmek için. Sorun Kürtlerden kaynaklanmıyor. PKK gitsin sorun çözülsün deniyor. PKK sorun falan değil. PKK bir sorunun ortaya çıkardığı bir güç ve bir çözüm gücü. Soruna çözüm arıyor. Sen çöz, PKK mevcut PKK olmaktan çıkar. Çözmezsen ne yaparsan yap PKK’yi değiştiremezsin. Yok edemezsin. PKK Kürdün iradesidir. Saldırılar, soykırımlar katliamlar karşısında varlık duruşudur. Kimliğidir. Direnme gücüdür. Nasıl yok edeceksin? Kürt sorunu var olursa onun karşılığı olarak PKK her zaman var olur. Bu konumda var olur.

TÜRK ORDUSU KÜRDİSTAN’DAN GÜCÜNÜ ÇEKECEK Mİ?

Hala deniyor ki gerilla geri çekilecek mi, PKK silah bırakacak mı, ateşkes olacak mı? Bu tartışmaları zaman kaybı olarak görüyor musunuz?

Evet, hem zaman kaybı hem de yanlış görüyoruz. Ben öyle söyleyenlere şu tavsiyelerde bulunabilirim; bir de şöyle desinler, acaba bu Türk ordusu Kürdistan’daki gücünün yüzde doksanını geri çekecek mi? Türk devlet polisi Kürdistan’dan gidecek mi? AKP Kürdistan’daki yönetimi Kürtlere bırakacak mı? Kürtler kendi seçimlerini yapacak hala gelecek mi? Eğer sorun çözülecekse böyle olacak. AKP yapacak, devlet yapacak. PKK’nin yapabileceği şeyler sınırlıdır. Ve PKK sorunu açığa çıkartıp çözümü dayatmakla mükelleftir. Çözüm üretecek güç devletir, hükümettir. Çözüm onların yaklaşımlarıyla olacak. Onlar çözümü geliştirirlerse ben şu güvenceyi verebilirim PKK adına, -bu PKK’nin genel görüşüdür-, PKK Kürt sorununun çözümünde ve Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde asla engel değildir, olmayacaktır. Hiçbir zaman çözüm adımları gelişsin bizimle olsun demiyoruz, PKK’nin yöneticilerinin öyle Türkiye’yi veya Kürt toplumunu yönetme tutkuları yoktur. Bunu söyleyenler yanılıyorlar. Ama Kürt sorununu çözmede de sonuna kadar kararlılar. Kürt özgürlüğü sağlanana kadar da sonuna kadar kararlıdırlar, dirençlidirler. Bunu da herkes böyle bilsin.

KÜRTLER İÇİNDE SEÇİM YAPALIM

Kürtler bu çözümü kabul ederlerse PKK onun önünde de engel değildir. Bırakılım Kürt iradesi ortaya çıksın. Kürtlerin içinde seçim yapalım, tabii PKK de görüşlerini söyleyebilsin, toplum neye karar verirse biz ona da razıyız. PKK yani elbette ki çözüm gelişirse, çözümün durumuna göre kendi durumunu değiştirebilir de. Değiştirecektir de. Buna da açık bir sürü değişim yaşadı zaten. PKK’yi böyle gösteren anlayış, soykırımın etkisi altında kalan anlayış oluyor. Bu konuda Kürtler bence kendilerini daha iyi eğitmeliler. Kimlik, bakış açısı, yani soykırımın bütün boyutlarını görmeliler, asimilasyonun boyutlarını, özelliklerini görmeliler. Asimilasyona çok yönlü karşı çıkmalılar. Bu konuda darlık var Kürtlerde. Eleştiriyorum. Asimilasyonu sadece dil olarak algılıyorlar, Kürtlüğü de sadece Kürtçe konuşmak olarak sanıyorlar. Bence tabii dil çok önemli toplum varlığı açısından. Ama her şey değildir. Dilden daha önemli olan unsurlar da vardır. Zihniyet örneğin. Özgür zihniyet, bağımsız zihniyet, kendi zihniyetinin olması çok önemli.

Yorum bırakın